23 Mayıs 2010 Pazar

"Olaylara Karışma"

Yanlı basın, yandaş medya gibi kavramlar, internetin işlerliği ve basın yayın organlarının eskiye nispeten elimize daha kolay ulaşabilirliği ile hayatımızda daha etkin yer eder oldu. Eskiden olsa, yani ortaokul, lisedeyken, “Bir yayın organından ne beklersiniz?” sorusuna hiç tereddütsüz “Tarafsız, objektif olması” derdik. Fakat zamanla-elbette yaşla değil başla- insan daha net kavrıyor ki, en yansız duran yahut çeşitliliği ile konuşan kaynaklar da nelerden bahsedip nelerden bahsetmediği ile yine ideolojik bir amaç güdüyor, fark ettirerek ya da belli etmeden, o amaca hizmet ediyor.

Kimi ideolojilerin propagandasını yapan ve özellikle belli bir çevreden haberler sunup, daha çok yine o belli kitleye ulaşan gazetelerimiz dergilerimiz fazlasıyla mevcut. (Aklımıza türlü isimlerin geldiğini duyar gibiyim :) Birisinin neyi ve kimi okuduğuna bakarak, onun dünyaya bakışı hakkında da bu sayede fikir sahibi olabiliyoruz, daha da kötüsü, olduğumuzu sanıyoruz. Buna sebep olan ise şüphesiz, yabancısı kaldığımız fikre önyargılı tutumumuz, her konuda fikir sahibi olduğumuzu sanıyor oluşumuz ve pek çok kaynağa ulaşıp bir savı, haberi öylece değerlendirmekten uzak oluşumuz. Oysaki yanlı basının pek çok sesine kulak vermeye ve bu doğrultuda çıkarımlar yapmaya daha alışkın olmak, ‘teknoloji ve iletişim çağı’ insanına daha yakışır bir tavır olacaktır.

Bu yazıyı bir “sebep ve sonuç” (reason and result) ya da “problem ve çözümü” (problem and solution) kompozisyonuna(essay’ine) dönüştürmemek adına şahsi bir müdahaleyi gerekli görüp ‘yarım yamalak’ bir yazı haline getiriyorum arkadaşım, rahat ol, gevşe :)

Şöyle bir göz atarsak, nelerin yazıldığına, bir “ben buyum arkadaşım” diyenler var, bir de “ben buyum diyenleri boşver arkadaşım, birleştirici olan benim” yanılsamasına götürenler. Birinci gruptakileri takip edenler-sağ sol fark etmez- daha net hatlara sahipken, ikinci grubun insanları Türkiye’ye ve dünyaya dair hemen her şeyi takip edebildikleri, çünkü keskin çizgilerle ayrılmadıkları sanrısındalar.Peki ya bir insan günceli takip edemediğini, ya da o takip ettiğinin her görüşe aslında nasıl da ılımlı yaklaşmadığını ne vakit anlar? Haberin içinde olduğunda, olay yerinde olay anında yaşananla aktarılanın bir olmadığını gördüğünde.

- Haberin içinde ne işin var senin arkadaşım, çekil köşene, otur izle.

Peki, insan bunu anlayınca ne hisseder? Filmlerdeki adam kaçırma sahnelerinden aşina olduğumuz sahneleri düşünürsek, elinin ayağının ve en önemlisi ağzının bağlı olduğunu, hemen yan odadaki kurtarıcıya yani ‘insana’ sesini ulaştıramadığını.

- Ne bağlısı ya ne bağlısı, o eskidendi, neyi istiyorsa söylüyor herkes şimdi.

Galiba sorulması gereken, “Duyduklarına aldanarak neyi duymadığını bilebilir misin?”

Elinin ayağının bağlı olduğunu ya ne zaman anlar insan? Elini ayağını oynatmak, yerinden kalkmak istediğinde.

Ya ne vakit çevrildi etrafı bunca bağla dediğimizde ise, şüphesiz ‘kafasının iyi olduğu’ bir vakitte.

Bizim mahalle ‘sakin’lerinden biri, adı da Sakin olsun hadi, sen ben gibi o da bir insan, elektriklerin kesik olduğu bir akşam, evde yalnızdı. Baktı pencereden dışarı ki her yerde kesik elektrik. Aradı taradı, ne ışıldak bulabildi, ne mum. Önce el yordamıyla güvenli bir yer buldu kendine, oturdu, bakındı etrafına derken karanlığa alıştı gözleri, seçebilmeye başladı etrafındaki nesneleri. Bekledi bekledi gelmedi elektrik, belli ki ciddi bir arıza vardı, gezinebilmeye başladı, komşularıyla hoş beşe devam etti. Baktı devam ediyor hayat, arızasız, güllük gülistanlık. “Bir ben miyim alışamayan, kusur bende mi” dedi geldi evine ve sormadan edemedi, “Neden kesik bu elektrik, ve ne zaman gelecek?”

“Durumunu kavramış insanı nasıl durdurabilirsin ki?” Bertolt Brecht

Tüm mahalle 'sakin'lerine en içten saygı ve sevgilerimle...

Ilgıt Teyhani
23.05.10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder