8 Mart 2013 Cuma

Pistanbul


Hisarüstü’nden herhangi bir yere gidiyorum. Trafiğin tıkalı olma ihtimalini hesaba katarak erken çıkmışım evden. Hah, otobüs geldi, iyi bari, durakta geçen zaman ölü zaman zaten. Kapıya üşüşme başladı. Kim önce binerse o erken gidecek. Otobüs durduğu için arkasında araç trafiği oluşmaya başladı. Hadi çabuk olalım. Dünya Göz’e kadar yol açık. Sonrası saate göre azıcık oynar.

Her iki yönde de trafik ağır ağır akıyorsa Etiler’in vale trafiği başlamış demektir. Hanımefendilerin beyefendilerin jiplerini durdurup, ıvırını zıvırını toparlamasını ve valenin direksiyona geçişini bekliyoruz demektir. Ya da yakışıklı bir abimiz aracını bir anda durdurmuş, az ilerideki büfeden bir şeyler almaya inmiş olabilir. İnsanız ya, müsamaha göstericez.

Gidiş yönünde trafik tıkalı ve gelişte hiç araba yoksa yolu dikine kesen bir trafik akıyor demektir. 4 Levent’ten Bebek’e gidenler olabilir. Ya da gittiği yöne gitmekten vazgeçip U dönüşü yapmaya çalışanlar olabilir. Çünkü sağdaki ilk sokağa sapıp arkadan dolaşmak çok zahmetli. Çünkü yine insan olan biziz. (O dikine geçişleri o daracık yola verende akıl yok zaten)

Levent’e kadar ağır aksak gelmişken metroya bineyim de yetişeyim gideceğim yer hangi zıkkımsa diyorum. Bazense o zıkkıma metrobüsle gidiliyor. Öyle olunca 2-3 durak daha Zincirlikuyu’ya kadar köprü trafiği çekmek gerekiyor. Yani kaç dakika boyunca sinirlerine hakim olmaya çalışacağın, zıkkımdan zıkkıma değişiyor. Trafiğe takılınca insan agresifleşiyor çünkü, ondan zıkkıma dönüşüyor koca koca semtler.

Yeterince şanslıysam, metroyla gidilecek bir zıkkımdadır işim. Metroya biniyorum. Hacı Osman-Taksim metrosu nedir? Hacı Osman-Taksim metrosu, insanların yüzyüze oturduğu, ayakta bekleyenlerin de ne kadar kalabalık olursa olsun birbirine 15 cm’den fazla yaklaşmamaya büyük özen gösterdiği metro hattıdır. Yine yeterince şanslıysam ayakta bekleyen çok yok demektir ve insanların yüzlerini görebilirim. İnsanların yüzlerine sırayla baksan bile kimseyle gözgöze gelmeyeceğinden emin olduğun, çünkü herkesin bakışlarını bir noktaya kitlediği hattır Hacı Osman-Taksim metrosu.

Bazen o kadar şanslı değilimdir ve metrobüse binmem gerekir. Metrobüse ilk binen de sonrakilerden önce gider, tek bir farkla, önündekini en şiddetli ittirenin de erken varma şansı vardır. Bir de oturacak yer kalmadı diye binmeyenler ama kapının önünü işgal edenler vardır. Senin amuda kalkarak bile olsa o metrobüse binmen gerekse, turnikeden koştur koştur gelip önce bu engelleri aşman gerekir. Öyle kolay değil körüğünü yediğimin metrobüsüne binmek.

Bazen de eve dönüş yolu oluyor ve metrobüsten Zincirlikuyu’da iniyorum. İki çıkış var, Beşiktaş Balmumcu bir, Levent Sarıyer iki. Bana gereken Levent Sarıyer çıkışı. Bu iki çıkış arasında da yaklaşık 20 metre boyunda 2-3 metre genişliğinde bir yolda yürüyoruz. Fakat bu kumsalda ayaklarını şıpırdata şıpırdata yürümeye benzemiyor. İnsan trafiğinde ani bir ağırlaşma. Çünkü sol kenarda bir iki sıra yan durmuş insan karşıya gidecek metrobüse binmek için bekliyor. Geriye kalan 1-2 metreyi ise geliş ve gidiş yönü olan insanlar paylaşıyor. Hızlı yürüyen biriysen ömründen ömür çalınıyor ve hangi zıkkım akıllının bu kaldırımı bu kadar dar yaptığını, neden binecek olanların az ilerden binmesinin sağlanmadığını, bir de şu önü boş olmasına rağmen hızlanmayan ablanın neyin kafasını yaşadığını düşünürsün. Benim için şu iki çıkış arası, İstanbul trafiğinin çok net minyatürüdür.

Metrobüsle Avcılar yönünde gidiyorsan, AVMlere peşkeş çekilmiş, 15 katlı bloklarla yerleşme alanına dönüştürülmüş yerleri görürsün. O pencerelerde yaşayan insanları düşünürsün. Onların o pencerelerde de değil, içindeki kutularda barındığını, çünkü iki iş günü arasında uyuması gerektiğini düşünürsün. Hafta sonunun, 5 iş günü çalışan biri için, dinlenme günleri olarak ayrıldığını, çünkü pazartesi tekrar işe gidebilmek için o arada kafasını dağıtması ya da toparlaması işte her neyse, onun gerektiğini düşünürsün. Fakat aslında, hafta sonunda kafanı dağıttın mı topladın mı, ne zıkkım yaptın, kimsenin zerre kadar umrunda değildir. Pazartesi günü işine git, çalış yeter. Hafta sonu tatilim var diye sevinirsin bi de üstüne.

Metrobüsün Okmeydanı Hastane durağında bugün bir yol çalışması vardı. Yolun kenarındaki bir ağacın kepçe ile sökülüşü 45 saniye kadar sürdü. Kepçe önce ağacı karşısına doğru eğdikçe eğdi. Sonra ağacın dallarına dolayıp başını, beri tarafa çekti. Sonra da kökünden söktü. Oraya betonu döktüklerinden birkaç gün sonra, orada önceden bir ağaç olduğunu, o kepçeyi kullanan operatör bile hatırlamayacak.

Bu da böyle bir anımdı.

6 Mart 2013 Çarşamba

Peki bu öğrendiklerimiz ne işe yarayacak?

Deterministik dünyadan stokastik dünyaya geçiş buhran yaratır çoğu bünyede.

Deterministik(kararlı) dünyada bir şeyin olma ihtimali, bir ‘bilinmeyen’e karşılık gelen değeri bellidir. Bu belirlilik dile kolay da gelse, çok zor sağlanır. Bu ihtimal şartlardan etkilenmez, yaklaşık bile olsa, öyle olduğu varsayılabilir. 6 yüzeyi olan adil bir zarda 4 gelme ihtimali nasıl 1/6 ise,  bir yol ayrımında kaldığında getirileri eşit ise a,b, ve c yollarından herhangi birini seçme ihtimalin 1/3’tür. Deterministik dünya, senin hangisini seçme eğiliminde olduğunu hesaba katmaz.

Stokastik dünyada ise ihtimaller sonsuzdur. Önceki basamaklarda ne olduğu, sonraki basamaklarda neyin gerçekleşeceği üzerinde etkilidir ve olayların gerçekleşme ihtimalleri geçmişe bağlı olarak şekillenir, değişkendir. Yarın yağmur yağma ihtimali, bugün yağmurluysa başka, değilse başkadır.

Stokastik dünya, deterministik olana kıyasla gerçeğe daha yakın bir dünyadır. Bu dünyanın sınırlarını belirlemek için sıfıra ve sonsuza gitmeye çalıştığımızda ‘yutucu durum’u (absorbing state’i) görürüz. Bu bize, içinden çıkış olmayan, sürekli kendini yineleyen(kendine dönme ihtimali 1 olan) durumu verir. Lisans eğitimi sorularından örnek verirsek, psikoloji modlarından ‘intihar’ modu ile eşleştirilir. Mutlu olan ile depresif olanın o moda girme ihtimali farklıdır, fakat o moddan çıkış yoktur.


Deterministik dünyadan stokastik dünyaya geçiş modunu, yani bu buhranı, üniversite eğitimini hesaba katarsak, yirmili yaşındakilerin epey yaşadığını söyleyebiliriz. Okulun sonu ve iş hayatının başlangıcı bu döneme denk gelir. Okulda, yeni döneme kaydolduğunda sonraki 4 ay içinde vize ve final dönemlerini hangi haftalarda yaşayacağın, dönemin giderek yoğunlaşacağı, son olarak final döneminde pek çok aktivitenden(hangi aktiviteler içinde bulunacağın dahi bugünden kabaca belli iken işte, hangilerinden) feragat etmek zorunda kalacağın barizken, çalışma hayatındaki 4 ayın bunun gibi bir sistemi yoktur. Kimle ne zaman ne düzeyde bir tartışma yaşayacağın, hayatındaki birinin vefatından ya da sağlık sıkıntılarından iş durumunun nasıl etkileneceği, işini sarkıtıp sarkıtamayacağın, buna bağımlı olarak içine girdiğin maddi yükümlülüklerden nasıl kurtulacağın net değildir. Yaşanır ve görülür.

Bunu insan ilişkilerinden örneklemek de gerekirse, bir de uzun süreli ilişkisini geride bırakanlar yaşar. Hangi tartışmanın kaç aylık süreçte yaşanan şeylerden kaynaklandığı bellidir. İlişki içindeyken, kabaca nasıl ve ne kadar zamanda çözümleneceği bellidir, bu belli olmadığında ise bir ‘dur-durak’ noktası konur ve belirlenen süre içinde durum çözümlenmediğinde nasıl sonuçlanacağı bir varsayılana, muhtemelen ayrılığa dökülür. Uzun süreli ilişkisini yeni bitirmiş insanın yaşadığı, işte bu deterministik dünyadan stokastik dünyaya geçiş, ‘kim neden böyle davranıyor’, ‘ben neden böyleyim’ sürecidir. Geçmiş son birkaç basamaktaki olayların, bugünkü ihtimaller üzerinde etkisi olmasının yarattığı kaostur yaşanan. Stokastik dünya ile gerçeği yani kaosu ayıran nokta ise, hayatın, rastgele faktörlerden etkilenmeye devam ediyor oluşudur. İhtimalleri kötü sonuçlar da doğursa, deterministik dünyayı, sırf ne ile karşılaşacağına hazırlıklı olduğu için, sonrasındaki stokastik dünyaya (sonrasında kaosun gelme ihtimalinin daha yüksek olacağını varsayarak) yeğler insan, bir süre.

Kaosu ve kaosa giden yolu sevmez insan. Etken olmak ister. Kendi hayatına olsun, hakim olabildiğini hissetmek ister insan. Hayatının düzen algısına bağlı olarak, kaos yaratabilecek şeylere imza atmak, o kaostan sağ çıkacağına söz vermek istemez, insan. Ama o imzayı atar, o sözü verir. Bazen sırf karmaşadan kaçmak için.

Stokastik bakışla, insan, hayatını kaostan determinizme sürükleme eğilimindedir. Stokastik dünya ise, karar verme sürecinin temel basamağıdır. Rastgelelilikle yüzleşilen, minimuma indirgemek için deterministik dünyaya geçiş, ihtimallere bağımsız yaklaşabilmek için ise kaosa geçişin mümkün olduğu durumdur. İnsan, oranladığında, zamanının pek azını burada geçirir. Çünkü ya determinizm, yani var olan düzeni sürdürmek onun kolayına gelir, ya da kaos onu içine hapseder. Gerçek dünyaya bakıldığında aslında, kararlılık da, kaos da, yutucu durum olarak ele alınabilir. İkisinden de kaçış zordur. İnsan ikisinde de atıl hisseder, karar verme yetisini ele almakta, bir başka duruma geçmekte zorlanır.

Kaostan kararlılığa geçişin mi daha kolay olduğu, yoksa kararlı durumdan stokastik duruma geçişin mi daha kolay olduğu ise, insanın karakterine çok temelden bağımlı bir süreçtir ve bu hayatlarımızı formüllenemez yapar.

Herkese çözümlenebilir hayatlar...