21 Nisan 2012 Cumartesi

Dipnot (2)

“Bana nasıl güvenebildin?” sorusunun mantıklı bir cevabı olmasa gerek.

Geçmişe anlam verme, bir şeyleri sebeplendirme çabamızın, aynı yanlışlara tekrar düşmemek gibi gayet içgüdüsel bir nedeninin olması, kritik noktaları doğru saptayabileceğimiz anlamına gelmese gerek. Hayat dediğimiz şeye taraflı bakıyoruz bir kez. Tek kişilik mahkeme salonu.

Bizi öldürmeyen şeyin bizi güçlendireceği yüzyıllar önce söylenmiş bir yalan olsa gerek. Bazı şeyler zayıflatır. Dayanma sınırlarını zorlamakla güçlü olmak arasında net bir ayrım olsa gerek.

Neden bu olduğumuzu anlamak, temellere ulaşıp onları aşabilir olmak için bir basamak mıdır yoksa değişmeme gerekçesi mi?
Hem değişmek gerekli mi?
Zaten değişmemek mümkün mü?

Değişimi fark edip, büyüyoruz, yaşlanıyoruz falan derken, etken ve edilgensek, bir nevi, cümlenin yüklemi eyleyen öznesi de, yüklemden etkilenen nesnesi de biz olsak gerek.

Ki daha önemlisi, bir şeyin, üzerine düşündükçe düşünülebilir olması, onun düşünmeye değer olduğu anlamına gelmese gerek.
Şimdilik.