Yeni yılın sadece
takvim değiştirdiğini anlayınca yeniden küçülür insan bir gün. Yeni yılın yeni
yaş olduğu günlerden, bunu tekrar anladığı güne kadar arada geçen ‘yeni yıldan
bir şeyler bekleme, yeni yılın bir şeyler getirecek olması’ heyecanı, yerini,
hayatını takvimlerle pek uyuşmayan parçalara bölmeye bırakır. Doğum günlerinin
değiştirdiği yaşsa sadece resmi formlarda doldurduğun bir kutucuktur. Eğlenmen beklenir
bu günlerde, kimdir bekleyen desen o da belirsiz, çünkü mutlu olup olmaman kimseyi
ırgalamaz çoğu zaman, eğlenip eğlenmemense ırgalar, çünkü berabersinizdir. En
çok yılbaşlarında ve doğum günlerinde hissedersin bunu. Herkes, ‘hadi hep
beraber, hiçbir şey olmamış gibi yapalım’cılık oynar. Sanki her şeye anlam
verebiliyormuşsuncasına inançla düşünürsün bu çabanın anlamını. Anlamadığın
milyonlarcacık şeyin yanına eklersin, durur orda bir süre, güneş doğar batar,
periyod tamamlanır ve yine düşünürsün...
Geçmiş
yılbaşlarını düşünürsün, yeni yılın ne getireceğinin umrunda olmadığı ya da
bayağı bir umrunda olduğu 31 aralık akşamlarını düşünürsün. Bir çekyatın
üzerinde elinde televizyon kumandasıyla girdiğin yılbaşlarına, bir kalabalıkla
geri sayarak havai fişek gösterisi seyrettiğin yılbaşlarını eklemişsindir. Hiçbir
şey olmamışçılık oynamayı ilk öğrendiğin ‘önemli günler’e, bunu iyi becerebildiklerini
eklemişsindir. O günlerde neler düşündüğünü düşünürsün.
“Sevgiliyi her öpüşümdeydi belki yeni yıl, bu yıl az
yaşlandım...”
Bir zamanlar çok
küçükken ben, 31 aralık akşamlarından büyük heyecan duyuyordum. Hatırladığım
ilk yılbaşı anısı da işte ben o kadar küçükkenki. Benim için 1 ocak, artık 1
yaş daha büyük olduğumu söyleyebilmem demekti ve 31 aralık yeni yılın en
sevdiğim yemeklerin bir arada olacağı diğerlerinden azıcık da olsa farklı bir
akşamdı. Öğlenciydim ve eve gitmek için sabırsızlandığım bir gün geçirmiştim. Anneannemgildeydik
ve anneannemin o ara üniversitede okuyan bir yeğeni de bizimleydi. Bir kenarda,
sevinçle, okulda öğrendiğim yılbaşı şarkısını söylüyordum. Konuya nasıl girmiş olabileceğimizi bugün
hatırlamamakla beraber, Özcan abinin şu söylediklerini hiç unutmadım. “Zaman
kendini tekrarlamaz Ilgıt, döngüsel değildir. Zaman süreklidir, ardışıktır.” O
an gerçekten bütün sesler kesildi mi bilmiyorum ama, o anın hemen sonrasını
sessizlikle hatırlıyorum. Bir de şaşkınlıkla baktığımı. Kafamda bir şeyler
susmuştu. Bunun benim hayatımda neyi değiştireceğini anlamaya çalışıyordum
belki de.
Büyüdükçe her yılı
bir şeyler getirip götüren bir zaman dilimiymiş gibi görür olduk. Yeni yılın
neler getirip neler götürdüğü sorgulamasında, hayatıma yeni katılan ve
hayatımdan eksilen insanları düşündüm. Ölümleri ve doğumları. Ve her yeni yılda,
orta halli bir ailenin küçülen sofrasını ve geçim dertlerini gördükçe, “mutlu
yıllar” sadece lafta kaldı. Yıldan yıla değişen bir şeyler vardı ve bunlar
günden güne değişen ve değişmeyen şeylerin bütünüydü. Böyle olunca da yer yer ‘hiç
bir şey olmamışçılık’ oynamayı öğrenmek kaçınılmaz oldu.
“İnsan, çocuktan
katil yaratabiliyor ama katilden çocuk yaratamıyor.” demiş biri. Zamanın bize yaptığı
da bu. Var olan bizin, karşıtıyla etkileşimi, değişimi ve dönüşümü. Sadece ara
ara bakıyoruz, nereden nereye geldiğimize ve hamurumuza hangi aralar maya
çalındığını, o mayayı özümsediğimizde anlıyoruz. Bu anlamda yeni günlerin neler
getireceği, geçmişimizle fazlaca ilintili olacak ama şaşırtıcı değil.
Yaşamaya değer
günlerin hatrına, herkese iyi değişimler olsun:)
Güne en yakışır
dilek de, Kazım Koyuncu’dan gelsin...
“Elbette mümkün değil ama, her şey gönlünüzce
olsun.”