Birinci sınıftaydım,
elim bir erkek arkadaşımın eline –erkek olduğunu bilerek- ilk dokunduğunda...
Devlet okulundaydım, belirtmeye ne gerek varsa... Okulumuz tadilata girmişti, -
Mimar Kemal İÖO- , Diğer okulla birleştirilmiştik, -Emine Sapmaz İÖO-, sıralarda 3 kişi oturuyorduk. Kız sayısı daha
azdı sınıfta, 2 erkek arasında 1 kız oturuyorduk. Arkalarda erkek
yoğunlaşıyordu. Bugün olsa kızlar erkekler komple ayrı otururduk belki,
hocalarımız daha güzeldi belki...
Erkek arkadaşlar
birimize, oturacağımız yere elini koyarak falan hınzırlık yapmaya çalışırken,
hep elini tuttuk biz onların. Onlara saçmaladıklarını göstermek için, ellerini
tutup kenara çekip, öyle oturduk. Ama oturacağımız yere ellerini koymaları, sapıklık
gibi değil de, salakça bir hınzırlık olarak vardı hayatımızda. Çünkü daha 1
sene önce, anasınıfında, büyükçe bir masa etrafında topluca otururken, sürekli
bir şeylerini masanın altına düşürüp 2 saat çıkmayan tipler belliydi ve onlar
mimliydi... Yanlarında oturan kız arkadaşlarımız için üzülürdük, o kadar. Onların
dışındakilerse, salakça şaka yapanlardı ve bizden hoşlanıyorlardı...
Sonra 3. Sınıfta,
-biz henüz, o 5. Sınıftaki sınavlara dershanede hazırlanırken,- hoşlandığım ve
benden hoşlanan çocukla aynı sıraya oturma şansı bulmuştum. Çünkü hızlıca boy
atıyordum, ergenlik kendini yeni yeni göstermeye başlıyordu ve okuldaki sınıfta,
boy sırasına göre önden ikinci sıra / en arka sıra olarak oturuyorken biz, dershanede,
onun yanında oturan kızı montların arasına itip ortalarına oturabilecek kadar özgüvenim
vardı. Bütün dersi el ele dinliyorduk ve bu ayıp değildi. Benim yazan –sağ-
elim onun –sol- elinde, o ise not tutmaya devam ediyor, sonra birlikte
çalışıyoruz.
Yani biz hem kardeş gibi büyüyüp birbirimizi kolladık, hem de kardeş gibi büyümeyip ama yine de birbirimizi kolladık. Ergenlikti bu, hepimiz aynı girmedik o döneme, yine şimdikiler gibi. Bazılarımız birbirimizi daha iyi anladık. Memelerimizi saklamayı öğrenip kambur oldu bazılarımız, çünkü erkekli kızlı tabii ki dalga geçilecek bir şeydi bu. Hiç yoktan, önlüklerimizi değiştirmemiz gerekiyordu, ertesi dönem çok net anlaşılacaktı, gömlek değiştirmekle bir değildi bu.
Sınıfa cinsellik
eğitimi vermek için her dönem geliyorlardı, pilot okulduk, az mı... Erkekler
sınıftan çıkarılıyor, kadın bir hoca/hemşire/doktor her neyse, bize genç
kızlıkla ilgili bir şeyler anlatıyordu, bunun normal bir süreç olacağını,
korkmamamız gerektiğini söylüyordu. ‘Çocukluktan genç kızlığa geçeceğimizi’
anlatıyordu. Kafamızda bu, zaruri gerçekleşecek bir süreçti. Kesiklilik noktası
ise adet olmaktı.
Şu an ergenliğin bu kötü anlatımında, korkunç gelen bir nokta ise, belki de bunun zamanında tamamen bir Orkid tanıtımı oluşu...
Erkeklerinse pipi
kontrolü topluca yapılıyordu. Sünnet olmamış kim varsa dalgası geçilirken, bir
sonraki teneffüse, bizim çantamızdan zorla çıkardıkları pedler damgasını vuruyordu.
Çocuktuk.
Sonra bir gün
adet oldum. 5. Sınıftaydım. Öğlenciydim ve 2. Dönemdi. Bahar. Hele Adana’da ne güzel
aylar. Annem babam çalışıyor, kardeşim okulda, ben evde tekken, evden çıkmadan
az önce fark ettim. Korkuyordum. Annemi aradım. En yakın arkadaşı çıktı dahili
hatta, çok severdim Aysel teyzeyi ama ona söyleyemedim. Annem öğle yemeğindeymiş.
Çıkamadım evden, o yemekten dönene kadar, oysa adım gibi biliyordum ne olduğunu.
Sadece hazır değildim. Saat 1’e geliyordu, annem bir telaşla aradı. O zamana kadar sadece ya hastayken, ya da eve dönerken ne isterim diye aramış, Halley demişim. “Anne, okula
gidecektim işte, tuvalete girdim, sonra kan geldi sanki, ne yapayım?” Oysa adım
gibi biliyordum ne yapacağımı. O pedin hangi dolapta nerde durduğunu
biliyordum. Sadece hazır değildim.
Okula geç
gitmiştim. Teneffüste en yakın arkadaşıma demiştim ki, “Sanki çok belli oluyor,
eve gitmek istiyorum, off herkes anladı.”. O da, “Salak, bu kadar ayrık
yürümezsen belli olmaz” demişti. Birkaç ders sonra okul bitmiş ve evdeydik.
Bacaklar bitişik. Evde herkes bana çokça iyi davranıyordu. Annemin herkese
söylediğini anlamış ve utanıyordum. Vücudumda ilk kez var olacakmışçasına, hormonlar
ilerleyecek tüm senelerde kendini gösterecekti sanki. Artık psikoloji diye bir
şeyim vardı da, öncesi boşluktu sanki.
Azıcık empati vardı, okulda arkadaşlık kurmama yetecek kadar ama sanki,
artık onlardan –arkadaşlarımdan- farklı sorumluluklarım vardı benim. Yani kime
nasıl davranacağını bilememekti benimkisi / bizimkisi.
Sonra dinen
mükellef sayılmak. Allahım... Arkadaşlarımdan erken ‘sınava tutulmuş olmayı’
ben buralarda bir yerlerde kaldıramazken, yine buralarda birilerimiz de kocaya
veriliyormuş o yaşta, büyüyünce öğrendim. İzole mi yaşadım? Sanmıyorum.
Gericilik bu kadar saldırgan değildi sadece.
Giderek zorlaştı
sonra her şey. Seçmeli derslerimize ‘müdür yardımcısı’ ‘din kültürü’ hocalarımız
girip, bize tahta önüne çekilmiş masada namaz kıldırırken, ben pedimi, kanımı
saklamaya çalışıyordum, alakam olmayan duaları okumaya çalışırken. Benim için
alevilik, halamla anneannemin örtüşmeyen aşure zamanı ve tadıydı. Kardeşimse ilkokuldayken,
Alevi olduğunu, duaları ezberlemek zorunda olmadığını söyleyip, adam gibi düşük
notunu almıştı. O masada herkesten 1 metre yukarda namaz kılarken aklımdan
geçmemişti böylesi.
Büyüdükçe
görmüştüm, din kültürü derslerinde, masada namaz kılmanın şart olmadığını ve
hatta o utandığımız saklamaya çalıştığımız memelerin, piyasada sağlam bir
malzeme olduğunu. Öğrendiğim, öğretilmiş ne varsa, büyük yıkımı yaşanırken
kafamda, ben geçmişimden, kadın olmaya dair, adet görmekten ötesini bulmaya
başlamıştım.
Çok güzel şiir
yazan kadınları görmüştüm önce. Mücadele eden, mücadeleyi var eden kadınları... Sonra o kadınlardan çok güzel bahseden adamları
gördüm ve onları sevdim. Ruhi Su’yu küçükken anlamayıp, büyüdükçe anladım,
Nazım’ın derinliğini büyüdükçe anladım, bir ucundan yaşamaya çalıştım,
didindim, didiniyorum.
Dünyayı anlamaya
çalıştım, annemi, anneannemi, babamı, dedemi, Türkiye tarihinde hangisinin hangi
dönem neyi yaşadığını, ne düşündüğünü, nasıl davrandığını, benim bunu zamanında
nasıl anladığımı, şimdiyse neye çıktığını, dünyamı anlamaya çalıştım.
Giderek her şey
otururken yerli yerine, kadınlığımın, nasıl bir kadın oluşumun hikayesi, salt
benle özgü kalamıyor. Karşılaştığım şeyler, onları nasıl yorumladığım... Kaç
türlü insan çıkar içinden.
Ben dün gece
rüyasında, kötü bir şeylerden koşarak kaçan o güzel çocuğu sakinleştirmek ve
korumak için kovalayan, sonra kafasının orta yerinde bir silahın ışığını
görünce, üzerine kapanıp, kafasından, onunla bir vurulan ama vurulmadan önce de
“Bu silahı bir tekmemle savurabilmek isterdim” diyerek tırsan, gözlerini yuman
kadınım. Çocuğa sürekli "Seni çok seviyorum tamam mı, sakın unutma, seni çok seviyorum, sen çok tatlısın" diyordum. Mermiyi kafatasım emmişti, çocuksa korkudan kımıldamıyordu. Sonra ikimiz
de sağdık, mermi kafamın içinde, uyandım. Berkin’in mezarının nasıl yapıldığını okumuştum hemen
öncesinde. Ondan olsa gerek.
Ben geleceği
elleriyle kuracak kadınım. Rüyalarımı, bilinç altımı, saldırılarınızdan
kurtarabildikçe ayağa kalkacak, ve ancak, ayağa kalkmamla onları kurtarabilecek
kadınım.