1 Aralık 2010 Çarşamba

Muhalefet Cazibesi

Birkaç saattir bir düşünürün görüşlerini okumakla geçiyor vaktim. Onu kendi fikrimle yorumlayabilmem için o birkaç saatin yetmeyeceğini (yetmemesi gerektiğini) bildiğimden, adından da bahsetme gereği duymuyor ve bir şeyler okurken aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini fark ettiğim şeye getiriyorum konuyu.

Bir konu hakkında görüşlerini açıklayan bir kimsenin, doğru şeyler söylüyor olması ve hatta doğru saptamalar yapıyor dahi olması, bizi, onun takipçisi kılmamalı. Diğer bir deyişle, çok doğru konuşuyor, söylüyor ve karşı çıkamıyoruz diye O’ncu olmamalıyız. O kişiye bize düşün alanında bulunduğu katkıdan dolayı duyduğumuz minnet, söz konusu saptamaların bizim hayatımızda ve onun hayatında farklı yönelimlere yol açabileceği gerçeğini değiştirmiyor. Çünkü üç beş güzel sözüne ve düşünce yazılarını derlediği güzel kitaplarına aldandığımız kimi yazarlar, fikirlerimizde yaptıkları oynamalarla estetik zevkimizi şekillendirirken, ilerleyen senelerde en rahatsızlık duyduğumuz ve insanlığın temel problemlerinden biri saydığımız şeylerin öncüsü oluveriyorlar. Nasıl mesela?

Dayağın eğitim sisteminin bir parçası olamayacağını söyleyen bir müdür, varsayalım ki, bize ilk kez böyle bir şeyi düşündürmüş olsun ve ona hak verelim. “Dayak, öğrencilere kimi hatalarından ötürü ‘çeki düzen’ verelim derken, hafızalarında kötü anılar bırakan ve ilerde büyük suçlara yahut suskunluklara neden olabilecek bir harekettir.” diyen ve bunun dışında pek çok doğru sözü olan müdüre, ısrarla sormamız gereken, bunun yerine koymak istediği şeyin ne olduğudur. Bunu istiyor olmasının bile ötesinde önemli olan, ne üzerine çalıştığı ve öne sürdüğü şeylerin, yaptıklarının, yapmadıklarının ileride kimin ekmeğine yağ süreceği(sürdüğü), hangi çevrelere zarar verdiğidir.

Bu ara bir dizide de olması sebebiyle taze düşündüğümüz bir fikir diye geliyor aklıma belki ama, diyelim ki gece geç saatlerde dışarıda yalnız olan bir bayanın-ki yanında erkek bulunmadıkça da durum pek farklı olmayacaktır, yalnızca caydırıcıdır belki- başına gelebileceklerden çok üzülerek bahseden bir baba, yahut bir yetkili mercii, başta her ne kadar bizimle aynı rahatsızlığı duyuyor gibi görünse de, sıra bu problemin önüne geçmeye gelince, bizden apayrı bir duruş sergiliyor olabilir. Burada bizim için belirleyici olması gereken, bizim gibi düşünüp düşünmediği değil, hangisinin insanlığı bir adım öteye taşıyabileceği, bu sorunu ortadan kaldırabileceğidir. Diyelim ki bu zat, kendi çevresinde alacağı kimi tedbirlerle bu hadisenin gerçekleşmesini engelleyebilir. Genç kızlarımızın eve gelme saati en geç 22:00 olarak belirlenebilir mesela. Ama bu hala, bu tedbiri alan genç kızlarımızın bir gün ola ki eve daha geç geleceğinde karşılaşabileceklerini değiştirmez. Diğer bir deyişle, soruna çözüm getirilmemiş ve insanlığı daha yükseğe taşıma derdi olmayıp gününü kotarmaya çalışan bu zat, ömrünün bunu düşünmek için harcadığı vaktini boşa geçirdiği yetmiyor gibi, bu tedbiri almayanların başına gelenleri de, meşrulaştırmıştır. İnsan hakları denen şeye el sürmekten ise, olanca uzaktır.

Daha geniş çaplı bakarsak çağrışan ise şudur: Muhalif yazarlık pek moda olagelmiş ve pek tutmuştur, malum. Kaldı ki, yazarlık denen şey, dilerim pek çoğumuz için hala muhalif olmayı gerektiriyordur, zira iktidar denen şey kendi politikalarını zaten eylemsel olarak gerçekleştiriyordur. Tecavüzcü ve taciz edilen örneğiyle dahi bakabiliriz buna, -daha kapsamlı yaklaşmak serbest-. Taciz edilen kimselerin söylediklerine muhalif olmak, sizce ne denli hoş görülebilir? Bunu hoş görmeye ne denli aşina değilsek, tecavüze sonuna kadar karşı çıkıp, bize eve hapsolmayı salık veren yazarlara da hoş görü ile yaklaşmaya, hele hele bunun adını düşünce özgürlüğü koyup, ‘herkes dilediği gibi düşünüp görüşünü açıklama hakkına sahiptir’ diyip eleştirilebilirlikten uzaklaştırmaya da o denli yabancı kalmalı, yetmedi, karşı durmalıyız.

Temel belirleyenimiz ise ne olmalı ve neden bundan yanayım?

Bence temel belirleyenimiz,-bence demiş olmam eleştirilemeyeceğim ve yanlışın alâsı olmadığım anlamına gelmez-, gerek çağımız insanlarının, gerekse bizden sonra yaşayacak olanların şu an içinde bulunduğumuz halden daha refah olmaları, yetmedi, “İnsanlar yüzyıllarca bunu aşmaya çalışmışlar yahu, nasıl da kullanılmış, etraflıca düşünememişler.” diyebilecek kudrete-akla- nasıl erişebilecekleridir. Yani, özgürlüklerimize bireysel değil, toplumsal yaklaşıyor olmamızdır.

Neden bundan yanayım’a gelince, tarihin genel ilerleyişine bakarak olsun, tanık olduğum pek çok hayatı karşılaştırarak vardıklarım olsun, bilmesem de, daha kaç senelik tecrübem olsa da, inanıyorum ki insanlık yavaş yavaş da olsa bir gün, ‘muhalif yazar’lara aldanmadıkça ve akılcılığı esas aldıkça, daha az insanın heder olduğu, ve daha çoğunun çalıştığı ve okuduğu yetmiyor gibi yaşamaya da vakit bulduğu günlere erişecek. (Böyle başka bir dünyanın var oluşundan ve olmayışından daha önemlisi, başka bir dünyanın olabileceğine inancımızın yitmesi veya yitmemesidir. Çünkü bize o dünyanın kapısını aralama fikrini verecek olan, kapının arkasında mükemmellik değilse bile güzellikler olduğuna duyduğumuz inançtır.)

İşte ben dâhil rasyonel doğrularla yaşam sürmeye ve sürdürmeye çalışan hepimiz, o büyük ve aydınlık günler geldiğinde, yukarılardan bir yerden gülümsüyor olmayacağız, çünkü o insanlar, bizim oralarda bir yerlerde olmadığımızı bilecekler.

Sevgiler, selamlar…

Ilgıt Teyhani
01.12.10