31 Ekim 2013 Perşembe

Kocaman Ellerimiz Hatrında Nazım'ın

“Bu senin değil ülkemin ayıbı
Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk!” N.H.

Para kazanmak için annen baban ayrı şehirlerde çalışırken ve sen daha beşçik yaşındayken bayram harçlığı topladığında babana koşup “baba artık senin çalışmana gerek yok benim bissürü param var” diyen dillerinden öperim çocuk.

Pahalı diye annenden babandan istemediğin o akülü arabaya bakarkenki gözlerinden öperim çocuk.

Arkadaşların beslenme çantasında okula elmalı pasta getirmiyor, annen de sayıca herkese yetecek kadar yapmadı ve tasarruflu saat diye sen uyurken gece vakti pişti diye, o elmalı pastayı yemeyi ertesi akşama bıraktığındaki rüyalarından öperim çocuk.

Bugünkü hareketliliğinin, çok hayta bir çocukluktan gelmesinin beklendiği ama senin uslu bir çocuk-bir abi, abla, bir kardeş- olduğun o güzel yüreğinden öperim çocuk.

‘Bizim oğlanı özel de olsa bi bölüme yazdırmak istiyoruz, yani şimdi bizim kız mesela okumasa çok dert diil, ama erkeğin okuması şart, ne yazsak?” derken komşu, erinin eline bakan, okutulmamış, bir nesne diil belki ama çok çok bir özne olarak yaşatılmamış annen; senin bana çipil çipil bakan o ortaokullu, her şeyden anlayan ama ailesinin farkına henüz varmadığı, belki aşık bile baktığın ama daha yolun olduğuna inandığın o aşık olunası kadın gözlerinden öperim çocuk.

Ortaokulu, liseyi bitirdiğinde ‘beklendiği gibi’ hemen üniversiteye girEMEyip motor yağına bulanan ellerinden öperim çocuk.

ÖSS’ye idealini tutturamadığın için değil, bin kez ‘iş’e yarar bir bölüme girmek istediğin için cevap tutturmaya çalışan ellerinden, sınav çıkışı işe belki bugünlük devam etmeyeceğin ama senden çok da hesap sorulmadığında içerleyecek yüreğinden öperim çocuk.

Sen öğretmenlik okurken öğretmenlerinin senin olmak istediğinden bambaşka kafalarda olduğu, geçim derdinden, işi salt derse girip çıkmak olduğundan, senin koca bir adam olarak farkına varmadığı anlarda kafandan geçenlerden öperim çocuk, o öğretmenin senin adını hatırlayamadığı yerlerden. Ve babamı, o ortaokul yıllarında gazete satarken ondan hep bir gazete alan, bir gün o gazeteyi bir başkasından aldığı için boynunu büküp gittiğini gördüğünden, ‘Hasan, bugün şunu da alayım, ver bakalım bi tane’ dediğinde Hasan’ın kardeşleriyle ısınmak için balık kasası yaktığı günlerdeki 2 kuruş için parlayan gözlerinden, ‘cılık, culuk’ lisesi okuduktan sonra ileride parayı kırabileceğini bilmediği matematik fizik öğretmenliği diil, o adamın mesleği, ‘sosyal bilimler öğretmenliği’ni  okuduğu, sonrasında öğrencilerine faydalı olmak için feysbuktan bile soru yolladığı kafasından öperim, babasının kızı, kızının babası.

“Kızım bunlar yokluk çekmemişler, bana varyemez diyorlar ama yarın birimiz hasta olsak, elimizde tek kuruş para kalmaz” diyen dillerinden...

Sen doktor olma yolunda ilerlerken ‘yarın bir gün, çok kısa zamanda, kimse sigortası yeterince karşılamadığı için, parası olmadığından bu hastanelerin kapısından giremeyecek, farkında değil’ diyen yerlerinden öperim çocuk. O avm’lere, cafe’lere benzeyen hastanelere gitmeye zorlarken senin çalıştığın hizmet yoksunu devlet hastaneleri, senin bir doktor olarak yönetime etki edemediğin o pırlanta yüreğinden, bir yoldaşımıza kalp masajı yaparken, elektroşok verirkenki, yine de onu kaybederkenki ellerinden öperim çocuk. Annesine o kara haberi verirkenki bedeninden, kafandan.

Sen mühendis olurken yüklenen ‘satışçı profili’ne direndiğin yerlerden öperim çocuk. Yine yarın bir gün o imza yetkin olduğunda onu kötüye kullanmayacağın, kullanmadığın, ‘hayır bu proje tamamlanmadı, halkın denek olarak kullanılmasına müsaade edilemez.” diyen kafandan, ellerinden, kaleminden öperim. Bilim her şeye en doğru cevabı veremediğinde bile sırf yarın bir gün yanıt verebileceğini kavradığın için, sana ‘optimuma en yakın’ diye bir kavramı öğrettiği için, öndeliğini kabul ettiğin o mükemmel bağlantılı beyin sinirlerden, rüya görürken bile öperim çocuk. Öğrendiğin onca denklem sana bireysel çıkarlarından öte bir anlam ifade ettiği için.

Sen avukat olduğunda, adının ‘halkın avukatına’ çıktığı yerlerden... Avrupa’nın ‘en büyük’ adliye sarayında cüppenle yakapaça göz altına alındığın ensenden, çıkar beklemeden savunduğun davandan öperim çocuk.

Ve senin sanatını icra ederkenki o emektar ellerinden, gözlerinden, dilinden öperim çocuk. Dillendiremeden edemediğin yoksunluklardan öperim. Benim bunca kelimede anlatamadığım yoksulluklara tek bir sahnede değinen emeğinden öperim. Birikimini nerelere dayandırdığının salt eğitimle çözümlenemediği, ancak yaşanabildiği gözlemlerinden öperim çocuk.

Ve okuduğun bölümde öğrendiklerinden, o senin geliştirdiğin kafandan bambaşka işler yaparken sen, o sosyalist devrimin olduğu daha ilk gün belki sermayesine el konacak yerlerde çalışırken sen, o güzel, derin bir nefes alınacak günü bekleyen ciğerlerinden öperim. Senin okusun diye bilmem kaç kaçtan 5 lira yolladığın kardeşlerimizi, işte bütün o senin elini süremediğin kârla okutacağımız günleri bekleyen, beklemekle de kalmayıp, emek veren yüreğinden öperim.

“Uzun boylu olduğum için çarptı o mermiler omzuma, düşünsene ben olmasam önümdekinin kafasına inecekti belki...” diye seni direnişe getiren ayaklarından, kafandan...

O gerçek, plastik, gaz dolu, her neyse, mermileri halka karşı doğrulturken ‘birileri’, orada olmadan edemeyen yüreğinden, cesaretinden öperim.

İyi ki varız ve biz kuracağız o emeğimizin uykusuzluklarımızın gerisinde kalmadığı, yaşanası, sevilesi dünyayı.

“Delikanlım senin kafanın içi güzel, korkunç, kudretli, ve iyidir/
Yıldızlar ve senin kafan kainatın en mükemmel şeyidir!” N.H.


Sevgiler,