“Bu senin değil
ülkemin ayıbı
Hırpalanmış
yerlerinden öperim çocuk!” N.H.
Para kazanmak
için annen baban ayrı şehirlerde çalışırken ve sen daha beşçik yaşındayken
bayram harçlığı topladığında babana koşup “baba artık senin çalışmana gerek yok
benim bissürü param var” diyen dillerinden öperim çocuk.
Pahalı diye
annenden babandan istemediğin o akülü arabaya bakarkenki gözlerinden öperim
çocuk.
Arkadaşların beslenme
çantasında okula elmalı pasta getirmiyor, annen de sayıca herkese yetecek kadar
yapmadı ve tasarruflu saat diye sen uyurken gece vakti pişti diye, o elmalı
pastayı yemeyi ertesi akşama bıraktığındaki rüyalarından öperim çocuk.
Bugünkü
hareketliliğinin, çok hayta bir çocukluktan gelmesinin beklendiği ama senin uslu
bir çocuk-bir abi, abla, bir kardeş- olduğun o güzel yüreğinden öperim çocuk.
‘Bizim oğlanı
özel de olsa bi bölüme yazdırmak istiyoruz, yani şimdi bizim kız mesela okumasa
çok dert diil, ama erkeğin okuması şart, ne yazsak?” derken komşu, erinin eline
bakan, okutulmamış, bir nesne diil belki ama çok çok bir özne olarak
yaşatılmamış annen; senin bana çipil çipil bakan o ortaokullu, her şeyden
anlayan ama ailesinin farkına henüz varmadığı, belki aşık bile baktığın ama
daha yolun olduğuna inandığın o aşık olunası kadın gözlerinden öperim çocuk.
Ortaokulu, liseyi
bitirdiğinde ‘beklendiği gibi’ hemen üniversiteye girEMEyip motor yağına
bulanan ellerinden öperim çocuk.
ÖSS’ye idealini
tutturamadığın için değil, bin kez ‘iş’e yarar bir bölüme girmek istediğin için
cevap tutturmaya çalışan ellerinden, sınav çıkışı işe belki bugünlük devam
etmeyeceğin ama senden çok da hesap sorulmadığında içerleyecek yüreğinden
öperim çocuk.
Sen öğretmenlik
okurken öğretmenlerinin senin olmak istediğinden bambaşka kafalarda olduğu,
geçim derdinden, işi salt derse girip çıkmak olduğundan, senin koca bir adam
olarak farkına varmadığı anlarda kafandan geçenlerden öperim çocuk, o
öğretmenin senin adını hatırlayamadığı yerlerden. Ve babamı, o ortaokul
yıllarında gazete satarken ondan hep bir gazete alan, bir gün o gazeteyi bir
başkasından aldığı için boynunu büküp gittiğini gördüğünden, ‘Hasan, bugün şunu
da alayım, ver bakalım bi tane’ dediğinde Hasan’ın kardeşleriyle ısınmak için
balık kasası yaktığı günlerdeki 2 kuruş için parlayan gözlerinden, ‘cılık,
culuk’ lisesi okuduktan sonra ileride parayı kırabileceğini bilmediği matematik
fizik öğretmenliği diil, o adamın mesleği, ‘sosyal bilimler öğretmenliği’ni okuduğu, sonrasında öğrencilerine faydalı
olmak için feysbuktan bile soru yolladığı kafasından öperim, babasının kızı,
kızının babası.
“Kızım bunlar
yokluk çekmemişler, bana varyemez diyorlar ama yarın birimiz hasta olsak,
elimizde tek kuruş para kalmaz” diyen dillerinden...
Sen doktor olma
yolunda ilerlerken ‘yarın bir gün, çok kısa zamanda, kimse sigortası yeterince
karşılamadığı için, parası olmadığından bu hastanelerin kapısından giremeyecek,
farkında değil’ diyen yerlerinden öperim çocuk. O avm’lere, cafe’lere benzeyen
hastanelere gitmeye zorlarken senin çalıştığın hizmet yoksunu devlet hastaneleri,
senin bir doktor olarak yönetime etki edemediğin o pırlanta yüreğinden, bir
yoldaşımıza kalp masajı yaparken, elektroşok verirkenki, yine de onu
kaybederkenki ellerinden öperim çocuk. Annesine o kara haberi verirkenki
bedeninden, kafandan.
Sen mühendis
olurken yüklenen ‘satışçı profili’ne direndiğin yerlerden öperim çocuk. Yine
yarın bir gün o imza yetkin olduğunda onu kötüye kullanmayacağın,
kullanmadığın, ‘hayır bu proje tamamlanmadı, halkın denek olarak kullanılmasına
müsaade edilemez.” diyen kafandan, ellerinden, kaleminden öperim. Bilim her
şeye en doğru cevabı veremediğinde bile sırf yarın bir gün yanıt verebileceğini
kavradığın için, sana ‘optimuma en yakın’ diye bir kavramı öğrettiği için, öndeliğini
kabul ettiğin o mükemmel bağlantılı beyin sinirlerden, rüya görürken bile
öperim çocuk. Öğrendiğin onca denklem sana bireysel çıkarlarından öte bir anlam
ifade ettiği için.
Sen avukat olduğunda,
adının ‘halkın avukatına’ çıktığı yerlerden... Avrupa’nın ‘en büyük’ adliye
sarayında cüppenle yakapaça göz altına alındığın ensenden, çıkar beklemeden
savunduğun davandan öperim çocuk.
Ve senin sanatını
icra ederkenki o emektar ellerinden, gözlerinden, dilinden öperim çocuk.
Dillendiremeden edemediğin yoksunluklardan öperim. Benim bunca kelimede
anlatamadığım yoksulluklara tek bir sahnede değinen emeğinden öperim.
Birikimini nerelere dayandırdığının salt eğitimle çözümlenemediği, ancak
yaşanabildiği gözlemlerinden öperim çocuk.
Ve okuduğun
bölümde öğrendiklerinden, o senin geliştirdiğin kafandan bambaşka işler
yaparken sen, o sosyalist devrimin olduğu daha ilk gün belki sermayesine el
konacak yerlerde çalışırken sen, o güzel, derin bir nefes alınacak günü
bekleyen ciğerlerinden öperim. Senin okusun diye bilmem kaç kaçtan 5 lira
yolladığın kardeşlerimizi, işte bütün o senin elini süremediğin kârla okutacağımız
günleri bekleyen, beklemekle de kalmayıp, emek veren yüreğinden öperim.
“Uzun boylu
olduğum için çarptı o mermiler omzuma, düşünsene ben olmasam önümdekinin
kafasına inecekti belki...” diye seni direnişe getiren ayaklarından, kafandan...
O gerçek,
plastik, gaz dolu, her neyse, mermileri halka karşı doğrulturken ‘birileri’,
orada olmadan edemeyen yüreğinden, cesaretinden öperim.
İyi ki varız ve
biz kuracağız o emeğimizin uykusuzluklarımızın gerisinde kalmadığı, yaşanası, sevilesi
dünyayı.
“Delikanlım senin
kafanın içi güzel, korkunç, kudretli, ve iyidir/
Yıldızlar ve
senin kafan kainatın en mükemmel şeyidir!” N.H.
Sevgiler,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder