Hani bize
ikramiye çıksa da şöyle az bi çalışmasak, ailemize eşe dosta destek çıksak, üstüne
ev mi alsak, iş mi kursak, dünya turu mu yapsak, öğrenci yurdu mu açsak, kütüphaneler,
tiyatrolar mı kursak-inatlarına-, devlet hastanesine ikinci el olmayan cihazlar
mı alsak, aç mı doyursak diye düşündüğümüz zamanlar var ya, o ikramiyeyi, şanslı 8-10 numarayı, sosyalizme
kadar hep bekleyeceğiz.
Ya da bize, bizim
olanca naif-ev, araba, iş- isteklerimize, düşünüp taşınıp kredi verecek o ‘hayırsever’
bankalar, ve hayatımız boyunca hemen her ay gelirimiz olması gerektiğini
bilerek iyi kötü çalışacağız ya, kudura kudura bekleyeceğiz o güzel günleri, ya
da iyi kötü getireceğiz ölümümüzü. Romantik dedikleri ‘günün kızıllığı’nı bile
görmeden uyanıp işe gitmeye koyulacak, günü eve varmadan batıracağız. Sürekli
kaçamak yaşayarak, günden uzak.
Hatta, kalabalık bir
şehirde, trafiğe takılmamak için karşılıksız –işimize devam ediyor olma karşılığı- o mesaiye ‘gönüllü’
kalıp, bu işin kurallarını biz koyana kadar o bilgisayarın başında bekleyeceğiz,
sırf trafik geçsin diye, kendi isteğimizle...
Çünkü onlar
yapacakları metroları avm’lerden geçirecekler, senin benim çalıştığımız merkezlerden
değil. Metrobüsün Zincirlikuyu durağında, bizi zorla ‘Zorlu Center’a sokmak
isteyecekler. Bu yüzden yan etki olarak halka-bize- hizmet etmek zorunda
kalacaklar, çünkü biz, o metro, metrobüs, vapur, tramvay gibi trafikten
etkilenmeyen hizmetleri gören, dar bütçemizle araba almamızı gerektirmeyecek yüksek
kiralı semtlerde kovalamaca oynamayı iyi biliriz, bilirler.
Hani onların 3er-5er
evi olurken, sen ben hesap kitap kira verirken, semtler, evler arasında değişen
kirayı meşrulaştırır, iyi kötü yaşarız ya... “Bu yeni yapılan bunca ev kime
satılıyor peki” diye sorarken, onlar da yine kirada oturuyorlar, o evleri ‘onlarca’
satın alıyorlar, daha iyileriniyse Ağaolulları, Acarlar tepelerce satın alıyor,
o yüzden bunu yaşıyoruz” görürüz, o güne
kadar. Birimiz askerliği yurtdışına yedirme hayalleri kurar, diğeri hayatta
bitiremeyeceği yüksek lisansa başlar, bir diğeri senelerdir 120 kilonun altına
kasten inmez, bir çoğumuz bilmem kaç ‘bincik’ öğrenim kredisini kendi ‘hakkı’
görür, ödemeye başlamak için o günü bekler...
Alkolümüzü 10’dan
önce satın almayı -çünkü pahalı oluyor mekânlar- kâr görürüz biz, metrobüse
mini etekle ya da dekolteyle, ya da ‘eşcinsel halimizle’ binmeyiz çünkü ne gerginlik yaşayacağımız
belli değildir. Sevgili kişisiyle 10 santimden yakın durmak zinhar yasaktır ama toplu taşıma o kadar yoktur ki ellenip ellenmediğimiz arasında seçemediğimiz bir çizgi vardır... Ve işimizden
ayrılmak için en yakın arkadaşımızla evlenmeyi seçebiliriz çünkü vaktinden
önce ayrılmamak için onbinlerce liraya imza atmışızdır. İmam nikahlı olsak bi
tarafımızı kurtarabileceğimiz bir dünyada yaşıyoruzdur, çünkü bütün sancılarımız ‘Evlenirsek geçer’.
Israrla
katılmayız şu kadar para karşılığı kızlarımızı okutacak, okullarda kütüphaneler
açacak, bilmem nereye ağaç dikecek şirketlerin etkinliklerine. Çünkü biliriz bizi
bir yandan reklam malzemesi ederken, diğer yandan onların binlerce ağaç
kesmeli, ‘ihtiyaç noktalarına bizsiz kaynak aktarmamalı’ işler yapacaklarını, bizi
sıkıştıran etkinliklere sponsor olacaklarını.
Kardeşlerimizi,
bizden sonra gelen kim varsa onları, yönlendirmeye çalışırız, ‘Şunu oku bunu
oku, tarihini, bugünü bil, bi de Esen fizik çöz, Tümay geometri, bak iyi çalış’,
oysa tek istediğimiz iyi birer insan olmalarıdır, ama bu düzende onu olabileceklerinden
bile emin değilizdir. Gelmiş geçmişimize, onurlu yaşamımıza bırakırız, bize yüzyıllardır gelen iktidarın bıraktığı etkiden sonrasını.
Ola ki bağımsız yaşamana kiralarıyla, bedava sularıyla, maaşına primleriyle, erken emeklilik vaatleriyle, sana vermeyip onlara verdikleri kredilerle engel oluyorlarsa, ya da sevdiğin biriyle nikahsız yaşamanın adı 'nikahsız yaşamak'sa, kapın yumruklanıyorsa bir vakit, ailenden bu tarafa bile daralıyorsa sana dünya, ya da hadi inadına pırıl
pırıl bir çocuk sahibi olmayı içten içe istiyor ama diyorsan, ‘Ulan bu adamlar bu kadar istediğine göre,
evliliğinde de, çocuğunda da kesin var bi pislik’ diye, senin yatağına
yerleşmiş, yastığını yorganını çekiştirmeye başlamış demektir bu adamlar ve
senin onları frenlemekle kalmaman, en doğal hakkındır. Hayırlı olsun.
İşimiz zor kardeşim, ama olmaz değil...
Selamlar,
sevgiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder