24 Aralık 2013 Salı

"Bir Bilsen Kimlere Tasa Kedersin"


‘Son kuşlar da geçiyor / Biten bir sevda gibi
Uyanıyor Ankara / Günün ilk saatleri' (06:48)

Sabahları işe giderken içimden Çağdaş Türkü’den ‘Uyanıyor Ankara’yı söylüyorum, yeterince ayılabildiysem. Kendimi sokakta servisin geçeceği yol ayrımına hızla yürürken bulduğumda, sıcak yatağımdan çıkalı en fazla 15 dk geçmiş oluyor. ‘Tam da kışa girerken bu işe girdiğim kötü oldu, hep gün doğumunu görüyorum ve hiç de romantik diil, saat 6’yı kaç geçiyor lan, hah tamam, hızlı yürü yine de’ diyorum. Kırtasiyenin köşesinden dönüyorum, marketlerin yanından geçiyorum, hepsi kapalı oluyor. Eğer çok acelem varsa, sokaktan geçen arabalardan birine el kaldırıyorum ‘Ya sokağın başına kadar sizle gelebilir miyim, servise yetişmem gerek de’. Alıyorlar. Hava yağmurluysa ıslanmamanın yolu olmuyor, geceden kar yağdıysa yavaş yürümem şart.

‘Sokaklar dolar şimdi / Bakmadan yağan kara
Başlanıyor her günkü / Yaşama kaygısına'

Kimseye denk gelmeyip de yürüyorsam, Digitürk’ün önünden geçiyorum. Bir tek o açık oluyor. (06:51) ‘Çift vardiya çalışıyor di mi lan bu güvenlik görevlileri, onlar için de ben hep bu saatte hızla geçiyor muyum şimdi? Hem ne demeye açıklar ki şimdi, üst katlarda çalışanlar da var, çok mu kritik yani şimdi bu saatte çalışmaları?’ diyorum.

‘İşe koşar kimimiz / kimimiz iş bulmaya
Sanki sonu görünmez / Bir yol gibi bu dünya’

Eczanelere bakıyorum, bugün de nöbetçi değiller. Gazete satan tek bayi, bugün de henüz desteleri açmamış oluyor. Bazen büfeyi bile açmamış. Desteyi açmasını beklesem servise yetişemiycem. ‘İşe gidince internetten okursun’ diyorum. Susamışım, pastane de açık, büfe de. (06:52). Servisçi amcadan isterim, geç kalma. ‘Ben, sen, o’ birinci tekilleri arasında gidip geliyorum sabahları.

‘Düşe kalka bu yolda / Sevdası, kavgasıyla
Birer özlemdir bunlar / Yalanı dolanıyla.’

Serviste 1 saatlik daha uyku çekebildiğim iyi oldu’ diyip işyerinde indiğim an (7.38) binayla servis arası donarken, metrobüste dikilmeye başlıyorum -belki gün içinde değişen- 1 milyon İstanbulluyla. Körükte uyuyakalıyorum. O sırada beyazyakanın yerleştiği toplu konutların ve plazaların yanından geçiyorum. Kıymetli yerler... Sanki orada değilmiş gibi müzik dinlemeye başlıyorum. Gözümü dikiyorum bir yerlere ama kimsenin gözüne değil. Yanımı yönümü kolluyorum. Derken bip, girdik dükkana. Kahvaltı yapıyorum. Bir şeyler birşeyler. Derken haberler akmaya başlıyor.

‘Bilinmez ne getirir / Bize gelecek günler
Her gün yeni bir umut / Her gün yeni bir dünya’

(08:50) Şu olmuş bu olmuşlar. Acun’un haber sunmadığı kanallardan okuyorum hafızamı silmesin diye. Okuduğum haberin beslediği bir şey varsa, o da geçmiş günlerde okuduklarıma bakarak bunu nereye yerleştirdiğim. ‘Yani demeye getiriyor ki...’ ‘Yani şu çevreyi dürtüyor ki...’ Köşe yazıları sonra, asıl onları bekliyorum.Biliyorum aslında yeni günün az çok ne getireceğini. Biliyorum ki sıramız gelse, seni beni yargılayacak olan, gelmişimi geçmişimi, kardeşimi yoldaşımı yargılamış kim varsa, onları yargılamayacak! Yine bize düşüyor iş.

'Akıp gidiyor yaşam / Sel gibi sokaklarda
Sürüklüyor her şeyi / Yorgun umutları da'

Gün içinde en çok gördüğüm, süregiden halin hazmedilememesi ama normalleştirilmesi oluyor. Kimse mutlu olduğundan da değil, başka türlüsüne inanmamaktan, yeni bir dünyayı kurmamaktan, o sırada işi gücü olmaktan, yanıtlayacak maili, izleyecek dizisi belgeseli olmaktan... Ama bir vicdan var ki o susmuyor. ‘Yok artık’ diyor haberi Acun’dan bile okusa. Bir şeyler değişsin istiyor. Bir şeylerin ne olduğu da net aslında. Onur zedeleyen ne varsa, ‘bunu bile bile bu halde yaşanmaz’ denen ne varsa, değişsin istiyor.

'Akıp gitse de yaşam / Gelmiyor bırakmaya
Karşı durmaktır yaşam / Tükenmemektir asla'

Peki biz ne yaptık buna karşılık ve öncesinde diyorum? Biz, yani, o dünyayı kurabileceğine inananlar, ne yaptık? Foyasını Cemaat dökene kadar, çoktan sermemiş miydik kirli işlerini bu adamların? Bugün karşı karşıya geldikleri ama, ara ara tripleşip, son kertede senin benim üzerime anlaştıkları cemaati aynı kefeye koymamış mıydık? Tabanda ayrılıp ‘solun oylarını bölmeye’ bile yeltenip, hükümetin kapısında eski üyenin eline broşür sıkıştırır gibi eskisini tavlayıp yeni aday gösterenleri bu suça ortak etmemiş miydik? Hukuksuzca bizi evimizden, işimizden atanın karşısına çıkmamış mıydık? Hukukuyla üstümüze gelenin hukukuna ‘Eyvallah’ diyebilmiş miydik? Diyememiştik.

'Karşı durmaktır yaşam / Onurla ve sabırla
Yüreğinde duymaktır / Sevdanı umudunla'

Adana’da, kardeşim henüz doğmamış olduğundan bildiğim, en çok 5-6 yaşındaydım. Baraj yolundaki Groseri marketteydik. Eskiden Tansaş’tı orası. Orayı ve birkaç yeri daha Groseri satın almıştı, babam ‘Bu adamlar bütün marketleri aldı, Groseri oldu her yer’ demişti. 90’lar işte, evde her kuruşun hesabını yapıyorduk, annem işe arabayla gitmeye son verip otobüs kullanır olmuştu, babamsa Adana’ya 2 saatlik yola öğretmenlik yapmaya gitmeye, onun dışında şehirdeki dersaneye de yürüyerek gidip gelmeye başlamıştı. Ben de marketten bir şeyler çalar olmuştum. Babam fark etti bir seferinde. Bonibon (ç)almıştım. Markette bitirip çöpünü bir reyona atmış olsam fark etmeyecekti belki ama bitirememiştim ve kasadan geçmiştik. Açılır kapanır kapının dışında, elimde kasadan geçirmediğimizi hatırladığı Bonibon’u görmüştü. ‘Unutmuşum’ demiştim. Eve gideriz sanıyordum. Markete geri döndük, elimden aldı kutuyu, ‘Bunu geçirmeyi unutmuşuz’ dedi babam, kasiyer kız okuttu, bana geri verdi, bana gülümsediler, gittik. Başka bir gün, aradan seneler geçmişti, ‘Bizim gibi insanların bir tek onuru vardır şu hayatta kızım, onu kaybedemeyiz.’ demişti.

Bugün biliyorum: Kötü insanlar kötü olduklarını bilmiyor olamaz baba.

http://agzimdakibakla.blogspot.com/2011/12/ben-duzgun-aydn.html