9 Mart 2015 Pazartesi

Merhaba, ben kadın...

Birinci sınıftaydım, elim bir erkek arkadaşımın eline –erkek olduğunu bilerek- ilk dokunduğunda... Devlet okulundaydım, belirtmeye ne gerek varsa... Okulumuz tadilata girmişti, - Mimar Kemal İÖO- , Diğer okulla birleştirilmiştik, -Emine Sapmaz İÖO-,  sıralarda 3 kişi oturuyorduk. Kız sayısı daha azdı sınıfta, 2 erkek arasında 1 kız oturuyorduk. Arkalarda erkek yoğunlaşıyordu. Bugün olsa kızlar erkekler komple ayrı otururduk belki, hocalarımız daha güzeldi belki...

Erkek arkadaşlar birimize, oturacağımız yere elini koyarak falan hınzırlık yapmaya çalışırken, hep elini tuttuk biz onların. Onlara saçmaladıklarını göstermek için, ellerini tutup kenara çekip, öyle oturduk. Ama oturacağımız yere ellerini koymaları, sapıklık gibi değil de, salakça bir hınzırlık olarak vardı hayatımızda. Çünkü daha 1 sene önce, anasınıfında, büyükçe bir masa etrafında topluca otururken, sürekli bir şeylerini masanın altına düşürüp 2 saat çıkmayan tipler belliydi ve onlar mimliydi... Yanlarında oturan kız arkadaşlarımız için üzülürdük, o kadar. Onların dışındakilerse, salakça şaka yapanlardı ve bizden hoşlanıyorlardı... 

Sonra 3. Sınıfta, -biz henüz, o 5. Sınıftaki sınavlara dershanede hazırlanırken,- hoşlandığım ve benden hoşlanan çocukla aynı sıraya oturma şansı bulmuştum. Çünkü hızlıca boy atıyordum, ergenlik kendini yeni yeni göstermeye başlıyordu ve okuldaki sınıfta, boy sırasına göre önden ikinci sıra / en arka sıra olarak oturuyorken biz, dershanede, onun yanında oturan kızı montların arasına itip ortalarına oturabilecek kadar özgüvenim vardı. Bütün dersi el ele dinliyorduk ve bu ayıp değildi. Benim yazan –sağ- elim onun –sol- elinde, o ise not tutmaya devam ediyor, sonra birlikte çalışıyoruz.

Yani biz hem kardeş gibi büyüyüp birbirimizi kolladık, hem de kardeş gibi büyümeyip ama yine de birbirimizi kolladık. Ergenlikti bu, hepimiz aynı girmedik o döneme, yine şimdikiler gibi. Bazılarımız birbirimizi daha iyi anladık. Memelerimizi saklamayı öğrenip kambur oldu bazılarımız, çünkü erkekli kızlı tabii ki dalga geçilecek bir şeydi bu.  Hiç yoktan, önlüklerimizi değiştirmemiz gerekiyordu, ertesi dönem çok net anlaşılacaktı, gömlek değiştirmekle bir değildi bu.

Sınıfa cinsellik eğitimi vermek için her dönem geliyorlardı, pilot okulduk, az mı... Erkekler sınıftan çıkarılıyor, kadın bir hoca/hemşire/doktor her neyse, bize genç kızlıkla ilgili bir şeyler anlatıyordu, bunun normal bir süreç olacağını, korkmamamız gerektiğini söylüyordu. ‘Çocukluktan genç kızlığa geçeceğimizi’ anlatıyordu. Kafamızda bu, zaruri gerçekleşecek bir süreçti. Kesiklilik noktası ise adet olmaktı.  

Şu an ergenliğin bu kötü anlatımında, korkunç gelen bir nokta ise, belki de bunun zamanında tamamen bir Orkid tanıtımı oluşu...

Erkeklerinse pipi kontrolü topluca yapılıyordu. Sünnet olmamış kim varsa dalgası geçilirken, bir sonraki teneffüse, bizim çantamızdan zorla çıkardıkları pedler damgasını vuruyordu. Çocuktuk.

Sonra bir gün adet oldum. 5. Sınıftaydım. Öğlenciydim ve 2. Dönemdi. Bahar. Hele Adana’da ne güzel aylar. Annem babam çalışıyor, kardeşim okulda, ben evde tekken, evden çıkmadan az önce fark ettim. Korkuyordum. Annemi aradım. En yakın arkadaşı çıktı dahili hatta, çok severdim Aysel teyzeyi ama ona söyleyemedim. Annem öğle yemeğindeymiş. Çıkamadım evden, o yemekten dönene kadar, oysa adım gibi biliyordum ne olduğunu. Sadece hazır değildim. Saat 1’e geliyordu, annem bir telaşla aradı. O zamana kadar sadece ya hastayken, ya da eve dönerken ne isterim diye aramış, Halley demişim. “Anne, okula gidecektim işte, tuvalete girdim, sonra kan geldi sanki, ne yapayım?” Oysa adım gibi biliyordum ne yapacağımı. O pedin hangi dolapta nerde durduğunu biliyordum. Sadece hazır değildim.

Okula geç gitmiştim. Teneffüste en yakın arkadaşıma demiştim ki, “Sanki çok belli oluyor, eve gitmek istiyorum, off herkes anladı.”. O da, “Salak, bu kadar ayrık yürümezsen belli olmaz” demişti. Birkaç ders sonra okul bitmiş ve evdeydik. Bacaklar bitişik. Evde herkes bana çokça iyi davranıyordu. Annemin herkese söylediğini anlamış ve utanıyordum. Vücudumda ilk kez var olacakmışçasına, hormonlar ilerleyecek tüm senelerde kendini gösterecekti sanki. Artık psikoloji diye bir şeyim vardı da, öncesi boşluktu sanki.  Azıcık empati vardı, okulda arkadaşlık kurmama yetecek kadar ama sanki, artık onlardan –arkadaşlarımdan- farklı sorumluluklarım vardı benim. Yani kime nasıl davranacağını bilememekti benimkisi / bizimkisi.

Sonra dinen mükellef sayılmak. Allahım... Arkadaşlarımdan erken ‘sınava tutulmuş olmayı’ ben buralarda bir yerlerde kaldıramazken, yine buralarda birilerimiz de kocaya veriliyormuş o yaşta, büyüyünce öğrendim. İzole mi yaşadım? Sanmıyorum. Gericilik bu kadar saldırgan değildi sadece.
Giderek zorlaştı sonra her şey. Seçmeli derslerimize ‘müdür yardımcısı’ ‘din kültürü’ hocalarımız girip, bize tahta önüne çekilmiş masada namaz kıldırırken, ben pedimi, kanımı saklamaya çalışıyordum, alakam olmayan duaları okumaya çalışırken. Benim için alevilik, halamla anneannemin örtüşmeyen aşure zamanı ve tadıydı. Kardeşimse ilkokuldayken, Alevi olduğunu, duaları ezberlemek zorunda olmadığını söyleyip, adam gibi düşük notunu almıştı. O masada herkesten 1 metre yukarda namaz kılarken aklımdan geçmemişti böylesi.

Büyüdükçe görmüştüm, din kültürü derslerinde, masada namaz kılmanın şart olmadığını ve hatta o utandığımız saklamaya çalıştığımız memelerin, piyasada sağlam bir malzeme olduğunu. Öğrendiğim, öğretilmiş ne varsa, büyük yıkımı yaşanırken kafamda, ben geçmişimden, kadın olmaya dair, adet görmekten ötesini bulmaya başlamıştım.

Çok güzel şiir yazan kadınları görmüştüm önce. Mücadele eden, mücadeleyi var eden kadınları... Sonra o kadınlardan çok güzel bahseden adamları gördüm ve onları sevdim. Ruhi Su’yu küçükken anlamayıp, büyüdükçe anladım, Nazım’ın derinliğini büyüdükçe anladım, bir ucundan yaşamaya çalıştım, didindim, didiniyorum.

Dünyayı anlamaya çalıştım, annemi, anneannemi, babamı, dedemi, Türkiye tarihinde hangisinin hangi dönem neyi yaşadığını, ne düşündüğünü, nasıl davrandığını, benim bunu zamanında nasıl anladığımı, şimdiyse neye çıktığını, dünyamı anlamaya çalıştım.



Giderek her şey otururken yerli yerine, kadınlığımın, nasıl bir kadın oluşumun hikayesi, salt benle özgü kalamıyor. Karşılaştığım şeyler, onları nasıl yorumladığım... Kaç türlü insan çıkar içinden.

Ben dün gece rüyasında, kötü bir şeylerden koşarak kaçan o güzel çocuğu sakinleştirmek ve korumak için kovalayan, sonra kafasının orta yerinde bir silahın ışığını görünce, üzerine kapanıp, kafasından, onunla bir vurulan ama vurulmadan önce de “Bu silahı bir tekmemle savurabilmek isterdim” diyerek tırsan, gözlerini yuman kadınım. Çocuğa sürekli "Seni çok seviyorum tamam mı, sakın unutma, seni çok seviyorum, sen çok tatlısın" diyordum. Mermiyi kafatasım emmişti, çocuksa korkudan kımıldamıyordu. Sonra ikimiz de sağdık, mermi kafamın içinde, uyandım. Berkin’in mezarının nasıl yapıldığını okumuştum hemen öncesinde. Ondan olsa gerek.

Ben geleceği elleriyle kuracak kadınım. Rüyalarımı, bilinç altımı, saldırılarınızdan kurtarabildikçe ayağa kalkacak, ve ancak, ayağa kalkmamla onları kurtarabilecek kadınım.

Merhaba...

1 yorum:

  1. 2. Dünya Savaşı yıllarında, bir zenci, sinagog'a girerken iyi niyetli bir Alman, onun elini tutarak " Zenci olman yetmiyor mu?" der.Kadın olmanın giderek daha büyük bir suç olduğu bir ülkede hem kadın hem Alevi olmak...İnsanın, senin elini tutup da " Kadın olman yetmiyor mu?"diyesi geliyor.Ama senin büyük bir suçun daha var: Erkek egemen bir dünyada, giderek erkekleşen bir toplumda " Ben kadınım ve geleceği ellerimle kuracağım diyorsun.Sevgili Ilgıt, iyi ki varsın, iyi ki farkındasın ve iyi ki gücüne inanıyorsun.

    YanıtlaSil