4 Ekim 2019 Cuma

Senden, benden, bizden...

Buraya yazmadan geçen senelerde, defterime yazmakla, düşünmekle, yaşamakla, düşlemekle,
yaş alarak yaşamakla, bazen sitem, bazen düşme ve bazen kalkmalarla, çokça sevgi,
çeşitli yenilgiler ve beklendik beklenmedik mutluluklarla meşguldüm.


Yaşamamı gerektiren şeyler oldu, yaşadım.
Düşünmemi gerektiren şeyler oldu, bazen uzun, bazen kısa düşündüm.
Uyumamı gerektiren şeyler oldu, bazen olduğum yerde, bazen yatağıma geçip uyudum.
Çalışmamı gerektiren şeyler oldu, genelde çok çalıştım, bazen çok çalışamadım.
Eğlenmemi gerektiren şeyler oldu, hem daha önce hiç eğlenmemiş gibi,
hem çok iyi bilirmiş gibi eğlendim.
Sevmemi gerektiren şeyler oldu, daha az insanı, daha çok sevdim.
Sevmememi gerektiren şeyler oldu, öyle olunca genelde sevmedim. Belki o da azalır bir gün.
Büyümemi gerektiren şeyler oldu, büyüdüm. Bugünüme yetecek kadar.


Eskiden yazdıklarıma, yaşadıklarıma döndüğüm çok oldu.
Kendimi yanıma alıp başımı çok okşadım.
Geçmişe gidip kendimi sevesim çok geldi. İleride, geçmişe gitmiş olmanın hayalini çok kurdum.
Hiç görmediğimi bildiğim / sandığım kendimin, bir yerlerde bana iyi gelmek / ilham vermek için
geçmişe gittiğinden / gideceğimden neredeyse emin oldum.
Düğümlenen değil ama kendine sarmalanan,
sarmalandıkça büyüyen bir şekil aldım. Yay gibi, boyumdan az uzadım.
Bazen sıkıştım, bazen açıldım.


Saçmaladığım yine ve en az herkesteki kadar oldu, geri çekildim.
Giderek daha az saçmalamam gerekti.
Giderek saçmaladığımı daha erken fark ettim ve hemen hemen yaşanan ana kadar kısalttım
bu süreyi.
Çünkü saçmalamamı hoş görebilen ve saçmalamaya bayılmadığımı bilen dostlarım
ve dahası eşim oldu.
Yine de en önemlisi, galiba en çok ben kendimi hoş görmeye çalıştım ve olabildiğince becerdim.
Kendime dışardan dostça / kardeşçe bakmayı öğrendim çünkü. Bu süreçte,
saçmalamaya bayılmadığımı bilen, en çok bendim galiba. Gerisi bana ve bir yerlerden
bir sebebi olduğuna güveniyordu, o kadar.
Ya da buna inandım. Onlardan beni öğrendim. Ne güzel...


Yaklaşık 15 yıldırmış, inandığım bir kural vardı, ben dahil birimizin başına bir şey gelince
bazen sesli, bazen sessiz o kuralı doğrular / yanlışlardım. “İnsanın hayatı, nasıl geldiyse öyle gider.
Tarih değilse de, yaşanan hisler tekerrür eder. En düştüğünde hep kalktıysan,
yine kalkacaksındır.
Düştüğünde hep düşmüşsen, galiba bir tur daha düşmüşsündür,
ama devam edebiliyorsundur, o da bişe.
Kalktığında mevcutu koruyan var, kendi üzerine çıkan var.
Ve sen ne isen o’sun, ondan senin özelinde bu
olay şöyle devam etmeli...” gibi, uzun ama çokça doğrulanmış bir kural.
Kendi kuralımın beni yanlışladığı
oldu, zamana bırakmayı öğrenmeye, kuralı da düzenlemeye koyuldum.


Nasıl yıl başlarında muhasebe yaparsa insan, şu an da öyle galiba.
Bu geçen senelerde, en dostlarımı şehir ve yurt dışlarına vermekle,
yine de tükenmeyip çok güzel bir iki dost edinmekle meşguldüm.
Ve tüm bu süreçte, mevcutu korumak, ne kadar zor ve güzel.
“Zor ama güzel” değil. Bu çabalar sürerken, kendimi türlü şeylerde aradım ve bazılarında buldum.
Arayış devam ediyor. Bulmanın tatmini ile, bulduğunu yapıyor olmanın ve arayışın devam ediyor
olmasının yaşama nedeni yaratması, bir ömrün elbette yetmeyeceğini bilmek.


Bize sevgilerle…


Ömürlerce.

Ilgıt
04.10.19



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder