27 Mayıs 2010 Perşembe

İmza Çalışmalarımız

Konuya direk girme huyum nükseder bazen, şimdi de o zamanlarımdan birindeyiz diyerek, şu an beni yazmaya iten satırları aynen alıyorum buraya. Haydar Ergülen’in Radikal’de 24/05/2006 tarihli “Sevgim Acıyor” başlıklı yazısından. Beraber okuyalım, bensem yazılanları yanlış anlayan, düzeltileyim ki içim rahatlasın istedim. Şunu da söylemeliyim ki, daha önce demiştim ya, “Her sanatçı karşısındakinin zihninde bardağı taşıran son damla olmayı diler.” diye, bu satırlar işte o son damlanın bende vücuda büründüğü haldir, burada bahsedeceklerimin biriktiği bardağın dolmasında ise, daha nice yazarımızın payı vardır.

“Başka bir dünya mümkün mü bilmiyorum ama 'başka bir Türkiye' mümkün görünmüyor. Erkin Koray "Elimde sarı madenden bir boru/ gidiyorum güneşin battığı yere doğru" derken, ne söylemek istiyordu, bunu da bilemiyorum, fakat 'umudun battığı yere doğru' gittiğimizi hissediyorum.”

Edebiyat geçmişi olan köşe yazarlarını ayrı bir dikkatle okurum her zaman. Çeşitli sanat çevrelerinde bulunmuşlukları ve kendileri gibi şair, yazar arkadaşlarının çokluğu, başlarına gelmesi muhtemel çeşitli sıkıntılar ile, değerli deneyimlere sahip olduklarını düşünürüm. Üstüne üstlük bu insanlar, yazıyı nasıl kuracağını, nerede neyi söylemesi gerektiğini bilen ve zihnine dolanların akışına kapılmayan, kalemine hâkim insanlardır. Yani yazdıkları her sözün nereye gideceğinin hemen hemen farkındadırlar, yazdıklarını bilinçle, bile isteye yazmaktadırlar. Yüzeysel gelecek belki şu görüşüm ama, benimdir n’eyleyeyim, anlamıyorum bir yazar, şair, edebiyatçı, sanatçı her ne ise, her hangisi ise artık, nasıl olur da topluma dair umutlarının tükenişini yazabilir. Yazdıklarının bir içki masasında dost sohbeti olmadığının farkında olan bir yazar, toplumun yönelimleriyle oynadığının bilincinde değil midir? Bir yandan ‘eski solcu’luğunun yakınlaştırıcı fiyakasını sürerken, yaşanan karanlık yılların onu nasıl da yıldırdığını, hayallerinin ideallerinin yok olduğunu, ‘umudun battığı yere doğru’ gittiğimizi hissettiğini yazarken hiç mi acımaz canı?

İnsanlar değişebilir, yorulabilir, bir davaya ne kadar harcadıysa da ömrünü, kendini geri çekebilir, her şey olabilir, buna inan ki yok sözüm, ama düşünde hala varsa gençliğini verdiği dünya, nasıl olur da onu kendi “geçmişte yaşanan geleceğine”, yani , kendi “olacaktı, yapacaktık”larına hapsedebilir? Üzülmez mi “Ben yıldım, siz de yılarsınız yılmazsınız size kalmış ama benden söylemesi…” yazısı yazarken? Kime hizmet eder bu yazısı, içi istediği kadar acısın acımasın?

Sanatçı değil midir dünyayı (daha) yaşanır kılma çabasına düşen? Yalnız söylediklerinden değil, sustuklarından da sorumlu tutulan, toplumun gören gözü, duyan kulağı değil midir o? Umuda dönük yazdığı satırlar bir gün gerçek olursa altına en fiyakalı imzasını huzurla atmayacak mıdır? Ve ola ki yetmezse ömrü gerçekliğini görmeye, “Başka bahara…” diyecek olan? Umutsuzluğa bürüdüğü satırlar ya gerçekliğini korursa o ölene dek, “Ben demiştim” diyen kara mürekkepten imzası, neye yarayacaktır? Ve daha da kötüsü, inanıyorsa bir şeylerin güzel olabileceğine, ama yine de umutsuzluğu karaladıysa bize, ve haksız çıkarsa bir gün, ne payı vardır elde edilen güzellikte?

Ben miyim sanatçının tanımında yanılgıya düşen? Çok şey mi bekliyorum sanata, topluma, insana gönül veren kimseden? ‘Gönül vermek de nesi’ mi yoksa? Bu kadar mı yanlışım, yazan, okunan bir kimsenin topluma bir günde iki günde değil belki ama beş senede on senede edebileceklerini düşünmekle? Hepsi aynı diyip geçmeli miyim? Razı olur susarsam, sizle doğruyu yanlışı ölçüp tartmazsak, bu kimin hanesine gol yazılır? sorayım dedim...

Uzun lafın kısası, kulak verdiklerimizden korku işitmez olup, umut dolu satırlarda buluşmak, ve yaşanacak tüm güzelliklerin altına bir gün “Ben demiştim” imzası atabilmek dileğiyle…

Saygılar, selamlar… :)

Ilgıt Teyhani
27.05.10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder