
Uçma yetisine sahipken ‘uçamaması’, yetersizlik değil, bir tercih elbette. Sosyal, toplumsal sorumluluğu bir kenara…
Bırakalım dersem ne de güzel uzar laf, elinde özgürlük fırsatı olan bir kuşun gönlünce uçmasını destekleme edebiyatı yaparız mis gibi. Sonra bizim şu özgür kuşumuz göçer konar güzel bir âleme, hikâye oradan devam eder, alkış tutarız. Kamera, bizim kuşun-nasıl da sahiplendik hemen- havada nasıl taklalar attığını, uzaklara nasıl da hevesle uçtuğunu göstermek üzre yükselmişken, görüş alanımızdan çıkar diğer kafesteki kuş da, biz de rahatlarız. Sonra yine buralardan geçesi tutar belki, biz de bakarız ki diğer kafes yok tahterevallide, kendi kendimize ‘biri kurtarmıştır herhalde’ der geçeriz, hatta “Güzel öldü(ler)” diyenlerimiz bile çıkar... “O tahterevallinin ne işi var orada, kafesleri kuşları kim koydu, biri içerde biri dışarıda niye, şu monoton hayatta biraz da heyecan olsun diye mi kurulu bu düzenek”, onu da bir başka ömrümüzde sorarız hem…

Demem o ki, başımızı ille de sokacaksak kumun içine, şnorkelimizi de almayı unutmayalım ki, bir gün olur ya yeniden yüzleşecek olursak dünyayla, nefessiz ve ilgisiz kalmışlıktan kızarmasın yüzümüz, kalalım o kumun içinde… :)
Ve yine demem o ki, salt uçup, şunu yapıp, bunu olup mutlu olmaksa dilediğimiz, bir taktiktir bu da, kıstaslarımız ne denli azsa, o kadar kolaydır mutlu olmak… Kafesteki kuşu aklından geçirmeden mutlu mesut uçabilecek olan kuş, kafesinden havalanmadan, sırf diğer kuş gibi kafesin içinde değil de, dışında olduğu için de mutlu sayabilir kendini. Bunun bir de abartılmışlığı vardır ki tüm kıstaslardan arınıp, sırf dünyaya geldiği için kendini mutlu sayma halidir, takdir ister :) Hem zor değil ki kendi başına mutlu olmak, elbette az sınanmışlığı sebebiyle kalitesinden garanti veremeyerek…

Sevgiler, saygılar, selamlar…
Ilgıt Teyhani
29.05.10