
Not: Elif Şafak'ın bu bahsettiğim kitabı hakkında Ekşi'den bir alıntı yapayım: Büyük düşünür, büyük mutasavvıf ve Türk edebiyatında adeta bir mihenk taşı olan Elif Şafak'ın birbirinden değerli eserlerinden seçmeler sunduğu bir başucu kitabı.
Maalesef Fyodor Mihailoviç Dostoyevski'nin onunki kadar aklı olmadığı için, günümüzde The Best of Dostoyevski seçkisinden mahrumuz.
Tam da denk gelmişken "Peki bu süreci neye borçluyuz?"a kendimce yanıt olabilecek satırlara, dedikodumuzu beraber yapalım isterim.


...
"Bu dönüşümün en açık göstergesi, yayıncılığın bir sektör haline gelişidir. Caddelere bakan küçük kitabevlerinin yerini alışveriş merkezleri içine kapanmış büyük ‘bookstore’ların alması bu sürecin oldukça manidar göstergelerinden biri olarak alınabilir. Eskiden bir nevi ‘kanaat önderi’ gibi iş gören kitapçının yerini ‘tezgâhtar’a, ya da daha yerinde bir ifadeyle ‘satış elemanı’na bırakması basit bir dönüşüm değildi. Yayıncılığın, dolayısıyla edebiyatın üzerine nasıl bir ‘alev topu’nun düştüğünü görmek için, herhangi bir ‘bookstore’a uğrayıp oradaki raf dizaynına şöyle bir göz atmak bile yeterlidir. ‘Çok satanlar’, ‘yeni çıkanlar’ ve ‘diğerleri’... Bu üç temel kategori ‘eleştiri’ denen kurumun da çöküşüne işaret eder; şimdi belirleyici olan, edebiyatın ‘muhafız birlikleri’ değil, Piyasa’nın ‘taarruz birlikleri’dir.

...
"Edebiyat, ‘kamu’ya konuşmak, hatta ‘kamu’nun bu yönde hiçbir talebi yokken, belki de ‘kamu’ diye bir şey hiç ama hiç ortalıkta yokken bunu yapmak; en azından ‘müstakbel’ bir kamuya seslenmek, yani ‘kamu’ denen şeyin bizatihi kendisinde vücut bulmasına vesile olmayı göze almak demektir, diyeceğim ama; sorun da burada zaten. Zira edebiyat böyle bir bilince sahip görünmüyor artık.
Türk edebiyatı söz konusu olduğunda yukarıdaki cümledeki ‘artık’ bile yersiz bulunabilir. Edebiyatımızın ‘henüz’ bu aşamaya gelmediğini söylemek belki çok daha doğru olur. Zira yazarlarımız henüz -ve ne yazık ki hâlâ- kendilerinin ‘birey oluşları’ bilincine meftun haldeler, ağızlarından ya da kalemlerinden çıkan sözlerin döküldüğü kamusal mecradan habersiz gibiler. Daha da kötüsü, sözlerinin döküldüğü bu kamusal mecraya aldırış etmemeyi, kendi bireyselliklerinin gereği gibi sunmayı tercih eder gibidirler."
Dergi çıkarabilmek için-misal, Papirüs-, evindeki ofisindeki değer taşıyan malları satmak zorunda kalan, kalemi keskin gelince yerinden yurdundan edilen, atışmalarıyla değil eleştirileriyle edebiyat dünyasında konuşulan, şiirleri dilden dile elden ele dolaşan isimlerimiz, daha güzel yazıyorlardı belki, ve edebiyattaki bu 'kuruma' onların hüzünlü ölümlerinde değil, dayatılan çağda aranmalı belki, ne dersiniz?
Sevgiler, selâmlar...
Ilgıt Teyhani
07.08.10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder