7 Ağustos 2010 Cumartesi

DediKodu 2

Sanırım kitaba hevesli hemen herkes, edebiyatımızda edebî değeri yüksek eserlerin artışındaki azalmanın farkındadır. Klasiklerin yanısıra Türk ve dünya edebiyatının kült eserlerini okumaya alışmış, okuduğu eserde neyi bulmak istediğini kabaca bilen bünyeler, yeni kurulan edebiyatı(genel anlamıyla postmodernizmi) yadırgamadan edemedikçe, daha da uzağında kaldı, şu, çok satanların.

"Bir kitabı çok popülerken okuyamıyorum." ya da "Bir filmi çok popülerken izleyemiyorum." sorunsalı sanırım eski zamanlarda bu kadar güçlü değildi. Burnumuza burnumuza sokulan eserlerin birinde ikisinde beklediğimiz tadı bulmayışımız ve bulduğumuzun 'kolayına kaçılmışlık' oluşu-misal Elif Şafak'ın kendi kitaplarından alıntıladığı cümlelerden oluşan Kağıt Helva'sı-, bizi yeni 'sanat'tan soğuttukça soğuttu. -Elbette bu soğutmayı Elif Hanım tek başına ne kadar istese de başaramazdı...- Yani, sizin de farkında olduğunuz gibi, yazarın 'okutmak' değil, 'okunmak' için yazarlığa soyunuşunun keskinleştiği devirdeyiz, ne mutlu bize!

Not: Elif Şafak'ın bu bahsettiğim kitabı hakkında Ekşi'den bir alıntı yapayım: Büyük düşünür, büyük mutasavvıf ve Türk edebiyatında adeta bir mihenk taşı olan Elif Şafak'ın birbirinden değerli eserlerinden seçmeler sunduğu bir başucu kitabı.
Maalesef Fyodor Mihailoviç Dostoyevski'nin onunki kadar aklı olmadığı için, günümüzde The Best of Dostoyevski seçkisinden mahrumuz.


Tam da denk gelmişken "Peki bu süreci neye borçluyuz?"a kendimce yanıt olabilecek satırlara, dedikodumuzu beraber yapalım isterim.

(Sosyolog Şükrü Argın 1980 sonrası için konuşuyor): "Şeylerin oldukları şeyden başka bir şey olabilecekleri inancı yıkılmıştır bir kere. Kapitalizm sadece rakiplerinin değil, tarihin de markajından kurtulmuş ve kendisini doğallaştırmıştır. ‘Başka bir dünya’nın mümkün olduğu inancına yaslanamayan bir radikalizm nasıl mecalsiz kalırsa, ‘başka bir hayat’tan söz etmenin mümkün olduğu inancına yaslanamayan bir edebiyat da mecalsiz kalır. Dünya ya da hayat... Önemli olan sözcük bunlar değil. Önemli olan ‘başka’ sözcüğü. Radikal politika ile has edebiyatı aynı krizde buluşturan, yaşadığımız dünyada ve hayatta ‘başka’ sözcüğünün anlamını yitirmesidir. Şimdi ve burada olup biten şeylere bambaşka bir açıdan bakabileceğimiz bir noktaya yerleşememek... Bugünün meselesi bence bu.

Oysa, has edebiyatçılar geleceğe seslenen insanlardır. Onların okurları bile başkadır; hatta, namevcutturlar. Olsa olsa müstakbel okurlarından söz edilebilir. Çoğu günümüz yazarı gibi, hazır ve nazır bir okur kitleleri yoktur. Sözlerini önceden belirlenmiş okur profillerine isabet ettirmeye çalışmazlar. Daha açıkçası, Piyasa’ları yoktur; Tarih’e, yani belirsizliğe, boşluğa seslenirler. Kulakları bugünden değil, daha çok yarından gelecek yankılardadır."

...

"Bu dönüşümün en açık göstergesi, yayıncılığın bir sektör haline gelişidir. Caddelere bakan küçük kitabevlerinin yerini alışveriş merkezleri içine kapanmış büyük ‘bookstore’ların alması bu sürecin oldukça manidar göstergelerinden biri olarak alınabilir. Eskiden bir nevi ‘kanaat önderi’ gibi iş gören kitapçının yerini ‘tezgâhtar’a, ya da daha yerinde bir ifadeyle ‘satış elemanı’na bırakması basit bir dönüşüm değildi. Yayıncılığın, dolayısıyla edebiyatın üzerine nasıl bir ‘alev topu’nun düştüğünü görmek için, herhangi bir ‘bookstore’a uğrayıp oradaki raf dizaynına şöyle bir göz atmak bile yeterlidir. ‘Çok satanlar’, ‘yeni çıkanlar’ ve ‘diğerleri’... Bu üç temel kategori ‘eleştiri’ denen kurumun da çöküşüne işaret eder; şimdi belirleyici olan, edebiyatın ‘muhafız birlikleri’ değil, Piyasa’nın ‘taarruz birlikleri’dir.

Bu dönüşümün, yani piyasanın egemenliğinin bizi burada ilgilendiren en ciddi sonucu, ‘kamunun kategorizasyonu’dur, diyebiliriz. Geleneksel dilde ‘halk’ denen şeyi parçalayıp ondan kısmi müşteri profilleri oluşturmak ve dolayısıyla, ‘kamusal bilinç’ diyebileceğimiz şeyi hızla aşındırmak, giderek yok etmek, bence piyasanın en zararlı etkilerinden biri oldu."

...


"Edebiyat, ‘kamu’ya konuşmak, hatta ‘kamu’nun bu yönde hiçbir talebi yokken, belki de ‘kamu’ diye bir şey hiç ama hiç ortalıkta yokken bunu yapmak; en azından ‘müstakbel’ bir kamuya seslenmek, yani ‘kamu’ denen şeyin bizatihi kendisinde vücut bulmasına vesile olmayı göze almak demektir, diyeceğim ama; sorun da burada zaten. Zira edebiyat böyle bir bilince sahip görünmüyor artık.

Türk edebiyatı söz konusu olduğunda yukarıdaki cümledeki ‘artık’ bile yersiz bulunabilir. Edebiyatımızın ‘henüz’ bu aşamaya gelmediğini söylemek belki çok daha doğru olur. Zira yazarlarımız henüz -ve ne yazık ki hâlâ- kendilerinin ‘birey oluşları’ bilincine meftun haldeler, ağızlarından ya da kalemlerinden çıkan sözlerin döküldüğü kamusal mecradan habersiz gibiler. Daha da kötüsü, sözlerinin döküldüğü bu kamusal mecraya aldırış etmemeyi, kendi bireyselliklerinin gereği gibi sunmayı tercih eder gibidirler."


Dergi çıkarabilmek için-misal, Papirüs-, evindeki ofisindeki değer taşıyan malları satmak zorunda kalan, kalemi keskin gelince yerinden yurdundan edilen, atışmalarıyla değil eleştirileriyle edebiyat dünyasında konuşulan, şiirleri dilden dile elden ele dolaşan isimlerimiz, daha güzel yazıyorlardı belki, ve edebiyattaki bu 'kuruma' onların hüzünlü ölümlerinde değil, dayatılan çağda aranmalı belki, ne dersiniz?

Sevgiler, selâmlar...

Ilgıt Teyhani
07.08.10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder