3 Mart 2010 Çarşamba

Tevazu Dedikleri

Akşam saatlerinde yorucu ve akmayan İstanbul trafiğinde, kulağımda müzik, otobüsün camları buğulu olduğu için dışarıyı seyredemeyişim yüzünden de elimde kitap, yoldaydım. İki saat erkenden yola çıkmış olmamın verdiği rahatlıkla, otobüsün 10 dakikadır yerinden kımıldamamış olması sinirlerimi bozmuyordu. Otobüsteki herkesin de vakti bu kadar bol değildir herhalde, şimdi ne gerginlik vardır ne gerginlik diyerek, insanlara biraz kulak kabartmaya başladım.

İki lise öğrencisi kız, yanımda ayaktaydı. Edebiyattan konuşuyorlardı, dinledim. Daha doğrusu Türkçe dilbilgisi hakkında konuşuyorlardı da, bu dersi sevmemelerini “Edebiyattan nefret ediyorum” diyerek dile getiriyorlardı, büyüyünce aralarındaki farkı öğreneceklerdi, bana düşmezdi, sustum :) Bana çok çarpıcı gelen diyalog da şu şekilde oldu:

- Ya büyük ünlü uyumu küçük ünlü uyumu falan hiiç bilmiyorum. Ne saçma şeyler.
- Aynen ya ben de.
- Sen hiç değilse dersanede falan öğrenmişsindir de, bende o da yok.
- Ya bir derste hoca bahsetti de, hiç dinlemedim, baya bilmiyorum.

Kabul ediyorum, biz de “Aa bilmiyor musun, bak hemen öğreteyim çok kolay” diye atılanlardan olmadık.-Bize umutsuzca yaklaşıp “Ben çözemedim de nasıl çözülüyor” diyenlere hariç-. Biz de çok şey bildiğimizi-hele ki dersle alakalıysa- göstermemizin, bizi ‘inek’ yaptığı günlerden geçtik, olabildiğince kaçınmaya çalıştık bizi öyle yaftalamalarından ama başarısızlıklarımızla övünmek de bir yere kadar. Ya da belki, başarısızlıklarımıza sığınmak. Bu diyalogun üniversitede yaşanması en muhtemel versiyonu da şu:

- Ya n’olucak bu bıkbıkbık sınavı?
- Abi derslere hiç gitmiyorum ki, hocanın adı ne onu bile bilmiyorum, sen hiç değilse gidiyorsun derslere.
- Gidiyorum da ortalamam …(kendince düşük bir sayı) zaten. Ne yüksek lisans ne bişe, kendimi zor kurtarıyorum.
Ta ilkokuldan beri süregelmiş öyle bir hal ki bu, belki hepimizde de var örnekleri, başarılarımızı söylemekten, hatta söylenmesinden köşe bucak kaçıyoruz. Üslup elbet önemli, bazıları öyle bir geriniyor ki, “Hay yapmaz olaydın o ortalamayı, hay çalışmaz olaydın şirkette” diyesimiz de geliyor ama işte zaten bu dengeyi kurabilmek marifet. Eksik gedik yanlarımızı, sosyal beğeniyi-insanlardaki azıcık kalmış merhameti- kazanmak uğruna sere serpe söylemekse istediğimiz, ne diye böyle kasıntısı olmayanların yaptıkları gözümüze giriyor. Değil işte, sen de ben de farkındayız, adam yapabildiyse var bir sebebi, elimizde minare kılıflarıyla gezmek niye? Hele zaten başarılı addedilen insanlar neden kendini yerin dibine sokma çabasında onu zaten çözebilmiş değilim. Yer yer sen de ben de bu hataya düşüyoruz, biliyorum, gördüm. Mütevazılık denen şey, kendini içesiye yermek değil ki, övülesi bir yanı söz konusu olduğunda, onu biraz olsun aşağı çekebilmek, sebeplerle temellendirilebilir hale getirmek. Tdk da arkamda bu konuda: Mütevazı(alçak gönüllü): Kendi değerini olduğundan aşağı gösteren, başkalarını küçük görmeyen, büyüklenmeyen (kimse).

“Fazla tevazu kibirdendir.” sözünü duydum duyalı, mütevazı kalmam gereken durumlarda nasıl karşılık verdiğime daha dikkat eder oldum. Çok sık denk gelmiyor zaten böylesi anlar da, olduğunda bari, makul davranmak, abartmamak en güzeli :)

Gideceğim yere gidip geldikten sonra, kafede arkadaşlarla otururken de tam bu olaydan bahsettim arkadaşlara. Başarısızlıklarımızı övünç kaynağı gibi sunma halimiz falan derken tam kalkıyorduk, yan masadan aynen şunları duyup bir sağlam güldük:

-Ya benim odada tek bir arkadaşım yok ya. Yurtta bir arkadaşı bile olmaz mı insanın?

Bu kafayla olmaz arkadaşım. Otur, çayını iç bitir, git yurduna, açacak iste kalem iste bir şey yap, bul kendine bir arkadaş, sonra da ortamı idare eden güldüren insan benim, beni seviyorlar diyerek ortalarda gezme.

Niçe amcam da çok güzel değinmiş: "Kendini aşağılan kişi yine de aşağılayan kişi olarak kendine saygı duyuyordur."

Hepimize “Beni aşağılayacak bir insan varsa o da benim” çabalarımızda kolaylık dilerken, ‘aşağılık’, ‘mütevazılık’ ve ‘kibir’ üçgeninde, en kararlı köşeyi sağlayabilmemizi de temenni ediyorum.

Saygı ve sevgilerimle :)

Ilgıt Teyhani
03.02.10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder